Bu sene, bence iki sürpriz takım Super Bowl mücadelesi verecek. Herkes “Vikings yüzüğe yürüyor” ya da “Patriots geri dönüyor” diye düşünürken, Colts ve Saints büyük mücadele için sahaya çıkmaya hak kazandılar.

Drew Brees ve Peyton ManningGeri dönüp bir göz atarsak, play-off maçlarında Colts çok iyi oynarak ve rakiplerinin üzerinde baştan sona baskılı oynayarak, tartışmasız galibiyetler kazandı. Zaman zaman gardı düşük yakalansa da, hızlı bir şekilde toparlanıp rakibe tekrar üstünlük kurmayı başardı. Manning her zamanki gibi, bu sporun en önemli Q.B.’i olduğunu bir kez daha gösterdi. Defans, hücumuna olan güveni ile son derece özgüveni yüksek, risk alarak ve radikal değişiklikler yaparak oynadı. Left defensive end ile right defensive end’e cross stunt’lar verecek kadar radikal hem oyunlar hem de. Çünkü büyük hatalar yapıp sayı yeseler de, hücumun onları yine geri getireceğini ve maçı kazandıracağını biliyorlar.

Little guy Brees ile azizleri ise Dede Favre’ın buyuk “favour”ı ile franchise tarihinde ilk kez Super Bowl appearance fırsatı yakaladı. Altı fumble ve iki interception demek offense’in 8 drive’ını kendi kendine bitirmesi demektir. Bu fumble’ların sadece yarısında possession lost olmuş olabilir. Ama diğer 3 fumble’da da yard, down ve en önemlisi de momentum kaybı olduğunu düşünürsek, motoru sürekli tekleyen bir araba ile ralli kazanılmadığı gibi, momentum’u olmayan bir offense ile de skor üretilmeyeceğini herkes biliyor. Interception’larda da hiç kimse Saints defansına pay çıkarma hatasına kapılmamalı. Zira Hilmi Çeltikçioğlu, Alper Kalaycı vs. gibi, Favre’ın football hayatını başından beri takip eden herkes onun aşırı pompalanmış özgüveni yüzünden, hiç çekinmeden triple coverage’a bile pass attığını bilir. Bu paslarda sorun şudur, complete olursa kahraman olursun, interception olursa yerden yere vurulursun. Favre her zaman bu riski göze alabilen biri olduğu için, bu meydan okuma onu frenlemiyor. Aksine daha büyük bir hırsla oynaması ve daha fazla risk alması için onu kamçılıyor.  Zira maç boyunca çok da fazla baskı altında oynamadığı halde 5 turnover yaptı. Overtime’da bile çok zorlama oyunlarla “win or die” offense oynadı. Kazanamadığı için de şu an hedef tahtasına kondu. Eğer maçı kazanmış olsaydı, kahraman yaratmaya bayılan Amerikan medyası tarafından, yeniden halk kahramanı olarak gösterilecek ve hayat hikâyeleri, yeniden, manşetleri süslüyor olacaktı.

Maçı kazanan taraf bence, Colts olacaktır. Bunda takım oyuncularının fiziksel yapıları, istatistikler falan çok ağır bastığı için değil. Oyuncuların sakatlıkları bakımından Colts daha dezavantajlı. Freeney gibi büyük bir silah – ki bence Colts d-line’ının en önemli ismi – maça yetişse bile sakat oynayacak. Menning’in kol ve bacak eklemleri için çelişkili manşetler atılıyor. Momentum dersek Brees ve Saints’ten yana. New Orleans eyaleti için resmen tarih yazıyorlar. Franchise tarihindeki ilk Super Bowl olduğunu düşünürsek, çıtayı ne kadar yükseğe taşıdıklarını anlayabiliriz. Elbette ki yolun sonuna kadar gitmek için de, Super Bowl oynamayı alışkanlık haline getirmiş Colts’tan daha fazla motivasyonları olduğu daha aşikar hale gelecektir.

Tüm bu dezavantajlara rağmen, Colts’un çok büyük artıları olduğu için bu maçı da, çok zorlanmadan, kazanacağını düşünmemin en önemli sebeplerine gelecek olursak; Colts’un Coaching Staff’ı ve winning attitude’u en ön plana çıkan faktörler. NFL’deki her takımın sahip olmak isteyeceği bir Coaching Staff’a sahipler. Bu kadro da, neden bu kadar değerli olduğunu tekrar tekrar gözler önüne seriyor. Yılmadan, usanmadan. Her zaman bir yolunu buluyorlar. Bunun dışında, en önemli etken, Vince Lombardi’nın Any Given Sunday’e de konu olmuş, her football oyuncusunun anayasası olması gereken speech’inde gizli: “ Winning is an attitude. Unfortunately, so is losing…” Colts’ta bu winning attitude fazlasıyla var. Büyük maçları, büyük heyecanları, o büyülü atmosfei çok yaşadı. Bu sebeple Saints’in, tarihinde, ilk kez yaşamakta olduğu o büyülü havayı onlar defalarca yaşadılar. Dolmuş literatüründeki tarifiyle, Saints giderken, Colts dönüyordu.

İşte bu elzem atasözü bizim ligimizdeki bazı insanların ve takımların da sözlüğünde yer almak durumunda. İki tackle yapan, üç maç kazanan herkes, her ortamda, herkese söyleyecek bir lafı olduğuna kanaat getirebiliyor hemen. Kiminle, neyi, nerede ve nasıl konuşmayı bilmek bir erdemdir. Bunu kazanmak da zaman ve emek ister. Üç günlük oyuncular, sanal âlemlerde bu sporu ülkemizde geliştiren insanlara laf yetiştirirken, eskilere tavsiyem bu çocukların akıllarına uymamaları ve sanal ortam da dahil olmak üzere, ağırbaşlılığı, sükuneti elden bırakmamaları olacaktır. Unutmamak gerekir ki, bundan önceki nesillerde de olduğu gibi, bu nesil de elimizde büyüyecek. Başlık konusundan sapmadan yazımı noktalıyor ve seyir heyecanı yüksek bir Super Bowl diliyorum.

Football dolu günler dilerim…