Yine uzun bir aradan sonra yarım kalan yazı dizime kaldığı yerden devam etmeden önce geçen yazıma gelen bir yorum ve daha önce dile gelen bir yorumu cevaplamak istiyorum. Öncelikle hakemlik ve oyunculuk aynı değildir ve aynı şekilde değerlendirilemez. Oyuncular Türkiye’de oyunu sevdikleri ve istedikleri için oynarlar ve tatminleri iyi oynamak, kazanmak ve şampiyon olmak gibi farklı kaynaklardan gelir. Bir hakemin iyi maç yönetmek dışındaki iki tatmin kaynağı kazandığı paradır ve ya spor sevgisidir. (Bu da bir noktaya kadar) Hakemlerin motive edilmesi konusu daha çok parasal ve gelecekte verilecek imkanlar ile ilgidir. Ben federasyonumuz bu konuda yeterli olarak bir çaba gösteremediğini düşünüyorum. Bunu gelecekte daha derin olarak analiz ederim.

İlk resmi sezonda kağıt üzerinde kalabalık ama gerçekte 20 adet hakemle her hafta Eskişehir’de, İzmir’de, Mersin’de, İstanbul’da ve de Ankara’da maçlar yönettik. Bazen benzer hakem hakem kadroları günde 3 maç yönetti. Başhakem olabilecek hakem sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen bir kadro ile genellikle yükün Amerikan futbolu tecrübeli hakemlere düştüğü bir sezon oldu. Eğitim konusunda elimizdeki malzeme ve destek yetersiz idi ayrıca bizde hakem yetiştirmek konusunda tecrübeli değildik. Aslında birazda yemek yapmayı yemek kitaplarına bakarak öğrenmeye çalışan bir hakem kurumu vardı. Bu noktada amacımız, ilk resmi sezonun bir şekilde tamamlaması ve elimizdeki hakem adaylarını tanımak idi.

Aslında sezon öncesi yapmamız gereken elemeleri imkansızlıklar nedeni ile ancak sezon içinde yaptık ve bazılarını da hakem sayımızı tutturmak için erteledik. Ayrıca kuralların uygulanması ile kural kitabı yazılanları pratiğe dökülmesi hususunda önemli detaylar konusunda eksik olduğumuz gördük. Ayrıca maç süresi (bu sene EFAF uygulamaları aslında bu konuda epey eksiğimiz olduğunu gösterdi) ve kuralların uygulamasında hala da devam eden bölgesel (Ankara ve İstanbul) farklar ortaya çıkmaya başladı. Bunun sebebi hiç bir zaman ortak eğitim programı belirlenememesi ve bütün hakemlerin ortak bir eğitim verilmemesidir. Bunun sebebi bu iki organizasyonu yapacak bütçenin ve zamanın bulunamaması idi. İlk sezonu İnönü’deki final ile bitirdikten sonra ikinci seneye daha umutlu olarak bakıyordum.

İkinci sene ligin 18 takıma çıkmasını ve sadece üniversite takımları olan kulüpler içinde bulunan serbest lisans çözümü ile başladı. Kadromuz daha belirginleştirmiş ve birkaç ilave daha yaptık. Sezon bol maçlı olacak ve bu sefer 7 farklı şehirde maç yönetmemiz gerekiyordu. Bu da elimizdeki kadroyu epey yoran ve yıpratan durum yaratıyordu. Deplasman eğer Ankara ve İstanbul’a yakın değil ise organizasyon açısından bizi en zorlayan faktörlerden biri oldu. İzmir ve Mersin (aslında Kıbrıs) gibi uzak şehirlere verilen para hiç bir zaman yeterli olmadı ve neredeyse bütün hakemlerimizin çalışan insanlardan oluştuğu düşünülürse; epey de yıpratıcı olmakta idi.

Özellikle 3 sezon itibari ile uzak deplasmanlar için hakem bulmakta epey zorlandık. İkinci sezon ile ilgili ilk problemimiz federasyonun hakem paralarını ödememesi ile ortaya çıkmaya başladı. Yıl sonunda sezona ara verilirken hakemler çıktıkları birçok maç için hiç ödeme almamışlardı. Bu da hakem kadrosunda yılgınlık ve motivasyon eksikliği yaratmaya başladı. Para bile ödeyemediğiniz hakemleri hangi eğitime çağırabilirdiniz ve ya maç çıkmak için bastırabilirdiniz. Bu yıl aynı zaman hala çözülmeyen forma problemimiz başladığı yıldır.  Şu ana kadar bu sezonda dahil federasyonumuz hakemlerimize standart bir forma sağlayamamıştır. İkinci sezonun devamı ile önümüzdeki hafta tekrar görüşmek üzere…