“Tarih alsa hoşcakal demez. Tarih, ‘görüşmek üzere’ der”

Bu yazıya “Son Rodeo” diye başlayıp, nasıl Peyton Manning’in berbat geçen bir sezondan sonra içinde kalan Amerikan futbolunu son damlasına kadar kullanıp takımını Super Bowl’a taşıdığını anlatıp, bir underdog sempatisi kokan Broncos güzellemesiyle bu yazıyı sonlandırabilirdim. Yahut Panthers’ın nasıl bir süper güç olduğunu betimleyip, nasıl takım içindeki her dinamiğin birbirini yukarı çektiğini anlatabilirdim. Ama eğer bu ikisinden birini yapsaydım, sanırım 7 Şubat gününe pek de rahat uyanamazdım.

Patriots maçının sonunda Bill Belichick’in kulağına söyledikleriyle artık kaçınılmaz olanı doğrulayan Peyton Manning, ışıltılar, zaferler ve pek çok mucize barındıran bir kariyeri beş gün sonra geride bırakacak. Şerif’in kafasında neler olduğunu, bu beş günden neler beklediğini, bundan önce yine tüm ışıkları kenara koymayı düşündüğü tüm beş günlerle karşılaştırıp karşılaştırmayacağını bilmek mümkün değil gibi gözüküyor.

Özellikle iki sezon önce yaşanan Seattle Seahawks faciasının ardından didik didik edilen kariyeri, “Miras” tartışması onu belki de geride bıraktığı 16 seneden daha fazla etkilemişken. Fakat göz ardı edilen bir nokta var; kendisinden minimum beklenti içinde olunan bir noktada hiç beklenmeyen bir şekilde henüz ölmediğini ve sahneyi bırakmadığını göstermek için sahaya çıktı. Henüz bir adımı daha olduğunu biliyor, geçen seferki beş günden farklı bir beş gün geçireceğinin farkında ama bu sefer ortada farklı bir bağ var. Ne yaparsa yapsın, sahadan alkışlarla ayrılacak. Elinde Lombardi Kupası olsun veya olmasın. Kendi kitabının son cümlelerini çok cesurca ve insanların “bir zamanlar” ona yakıştırdığı şekilde yazıyor.

Manning’in playoff ve Super Bowl performansları sistematik biçimde topa tutulsa da, insanlar yine “bu sefer farklı” demek için bir sebep arıyorlar çünkü bu noktada kabullenemeyeceğimiz, bu anların dramatikliğine uymayan parça ise, aslında farklı olan bir durumun olmadığı. Tarihi istatistikler masanın üzerine koyulsa da, her zaman değişken faktör devrede varsayılıyor. Manning, Patriots maçında hücumu gerçekten muazzam yönetti. Doğal olarak bu ışıklar, dikkati tarihten uzaklaştırıyor, her şeyin farklı olduğuna dair kanıya herkesi biraz daha yaklaştırıyor.

Söz konusu olan kişi Peyton Manning, başka ne olacaktı ki?

İşin karşı yakasında ise sezon başından itibaren tüm beklentileri yakıp yıkarak buraya gelmiş bir Panthers takımı var. Muazzam bir sezon geçiren Cam Newton önderliğinde çok az direnişle karşılaşarak bu noktaya kadar geldiler. Her ne kadar takım kimyası bakımından çok yüksek bir seviyede bulunsalar da, onlar için her şey farklı. Hiç burada olmadılar. Burada olmayı hedefleseler dahi, Seahawks gibi yırtıcı bir karakterle veya ekstrem eforlar göstererek buraya çıkmadılar. Sezon içinde de playofflar sürecinde de çok az geriye düştüler. Geride veya baskı altında maç oynama “fırsatları” olmadı, özellikle dokuzuncu aftadan itibaren tüm rakiplerini sistematik biçimde domine ederek, “Cover 2” ve “QB-Double-Spy” gibi artık rakipler için beton duvar haline gelen dizilimlerle neredeyse rakiplerinin söz haklarını ellerinden aldılar.

Newton, şu an MVP ödülünün en büyük adayı olarak ligin en formda oyuncusu. İtiraf etmeliyim ki, kendisinden hiç beklemediğim bir liderliği sezon başından beri sergiliyor. Kelvin Benjamin’i kaybetmesine rağmen Ted Ginn Jr.’ı ve Greg Olsen’ı birincil hedefleri haline getirip inanılmaz bir verimle ikisini de kullanarak, yer oyununda Jonathan Stewart’ın da vasat üzeri oyunuyla Panthers hücumunu çok farklı bir dinamizme kavuşturdu. Ama bu sefer ligin en başarılı savunmasıyla karşılaşacak. Koşu oyununu ağırlıklı olarak kullanmadan yenmenin mümkün olmadığı bir savunmadan bahsediyoruz. Newton, sezon boyunca Denver savunması kadar baskın bir savunmaya karşı oynamadı. Bu kadar baskı altında neler yapacağı maçın Panthers açısından en önemli noktası. Momentum ve kimya onun lehine olsa da, Super Bowl herhangi bir maç değil. Mentalite açısından kariyerinin kalanını da etkileyecek bir testten geçecek. Newton, Manning’e göre kendi kitabının henüz çok başında, çok süslü sayfalarla başladığı eserinde çok sönük sayfalar da yazdı, fakat onun için bu sayfa Manning’inkinden çok daha önemli. Newton, mental açıdan Manning kadar belli temelleri taşıyan bir figür değil. Tarih, eğer burada onun için doğru olan şeyleri yazmazsa, son sayfaya kadar peşini bırakmayacak.

Uzun zamandır bu kadar büyük bir QB düellosu izlemedik. Uzun süredir böyle bir çağ çatışmasını görmedik. Newton, çok daha farklı bir oyunun ve yapının temsilcisi, Manning ise çok daha nostaljik, oyunuyla size çok farklı dilimleri bir arada sunabilecek bir oyuncu, bir efsane. Kimin bu düellodan sağ çıktığı, ligin de geleceğini, liderlik anlayışını, takım yapısı anlayışını etkileyecek. İki farklı çağın, iki farklı hikâyenin çarpışmasında her halükarda kazanan tek taraf, Amerikan Futbolu olacak. Tabii bir de seyirciler…