Sezon içinde gerek güç sıralaması yazılarımla, gerek Chicago Bears analizlerimle, gerekse NCAA podcast’leriyle sizlerle beraber oldum. Super Bowl 51 akşamı, bir sonraki gün iş günü olması nedeniyle akşam saat 19:00 gibi uyumaya çalıştım, başaramadım, uyandım, TV’deki bir ayak topu maçına baktım, saat 22:30 gibiydi, tekrar yatağa girdim, uyumam gerekiyordu ve zaman da gece yarısını geçmiş bulunmaktaydı, sanıyorum maça bir saat kala Tom Brady ve Matt Ryan figürlerini gözümün önüne getirip çit üzerinden atlatmam sayesinde uyumayı başardım.

TSİ 02:30’da karşılaşmanın oynanması hasebiyle çapak bile toplayamayan gözlerle uyandım, sanki hiç uyumamış gibi bir yorgunluk vardı üzerimde, dert etmemeye çalıştım. Mutfağa gidip karşılaşma esnasında atıştırmak için nevalemi hazırladım, yiyeceğim, içeceğim, sehpam, tam karşımda güzel televizyon, televizyondaki bilgisayar bağlantısı, her şey hazırdı.

Baba Bush’un para atışını becerememesiyle yüzümde bir gülümseme belirdi. Sonrasında karşılaşma başladı beyazlı takım (New England Patriots) tutuk başladı, buna karşın kırmızı ağırlıklı takımın QB’sinden WR’ına, koşucusundan savunmasına kadar sistemi tıkır tıkır işliyor, skor hanesindeki puanlar çabucak yükseliyordu.

New England Patriots ve Tom Brady ilk puan alacağı mesafeyi kat ettiğinde ise Brady’nin pick six’inin ardından “Ahanda ne para atışı, ne forma rengi şansı, bu sefer hiçbir şey bu adamları kurtaramayacak” diye bir ses yankılandı içimden. İlk yarı bittiğinde Lady Gaga haricinde maçla alakalı bir motivasyonum kalmamış gibiydi. Yüksek bir farkla Atlanta Falcons önde, New England Patriots ise hiçbir şey üretemeden gerideydi. Ancak sezon boyunca hemen her snap’i izlemiş olan ben, devre arasında uyumayı kendime yediremedim, tekrar mutfağa gidip atıştırmalık tazeleyip ikinci devreye başladım.

Üçüncü çeyrekte fark açıldı, 28-3 skorunu görmek bütün motivasyonumu düşürdü. Ayrıca gözlerim açık kalabilmek için bir neden ararken, karşımda oynayan beyazlı futbolcuların bu ümidi bana vermeleri pek de ihtimal gözükmüyordu. Sonunda üçüncü çeyreğin sonuna doğru Patriots TD’ını gördükten sonra biraz içimde kıpırtı oldu evet ancak kicker Gostkowski’nin kaçırdığı tek puanın ardından gözlerimin açık durması için bir nedeni yoktu, koyverdim uykuyu, yorganı kafama geçirip yattım.

Sabah uyandığımda bir yandan hızlı hızlı kahvaltı yaparken diğer yandan telefon aplikasyonu marifetiyle Atlanta Falcons’dan MVP kim oldu acaba diye bir bakayım dedim, bakmaz olaydım. Baktım, 34-28’i gördüm, uzatmalarda üstelik. Anlamlandıramadım. Başka bir aplikasyondan tekrar skoru kontrol etmek istedim, olur ya bir yanlış olur, olur ya bir deli kuyuya bir taş atıyor milleti troll’lüyor olur, hayır yine 34-28. Anlamsız buldum. Maç içinde sürekli gördüğümüz üzere daha evvelki hiçbir Super Bowl, 10 sayıdan geri dönmemişti, 25 sayı, 25 sayı neydi peki?

Pazartesi günüm nasıl geçti anlatamam, pişmanlık, kızgınlık, hayal kırıklığı ya da hepsinin birden oluşturduğu fakat adını bilmediğim bir his.

Super Bowl 51’in benim açımdan serüveni böyle oldu işte…