NFL’de bay haftaların sonuna doğru yaklaşmamız artık son düzlüğe girildiğinin bir göstergesi. Yani bu da demek oluyor ki artık hangi takım ak hangi takım kara çok net bir biçimde görebiliyoruz. Kendi adıma konuşacak olursam sezon başında New England Patriots da dahil olmak üzere net bir Super Bowl adayı takım görmekte zorlanıyordum ancak gelinen noktada bu takımlardan şu an dört tane görüyorum ve bunların üçü ne yazık ki aynı konferansta.

Peyton Manning ve Tom Brady’nin NFL sahnesine adım atmalarından bu yana ne yazık ki AFC’de rekabetin daha az olduğu sezonlar izlemeye alıştık ve bu sezon da onlardan farklı değil. Şimdiye kadar şaşırmadığımız şekilde Brady’nin Patriots’ı bu konferansta en büyük Super Bowl adayı olarak öne çıktı. Ancak ligi bu sezon izlenir kılan diğer üç Super Bowl adayı NFC’de yer alıyor. Sezon başında kimsenin Philadelphia Eagles, New Orleans Saints ve özellikle Los Angeles Rams’in böylesine dominant bir yıl geçireceğini tahmin ettiğini sanmıyorum. Daha normal sezonun bitimine yedi hafta var ancak bu üç takım hem oynadıkları oyunla hem de elde ettikleri derecelerle NFC’nin tepesinde olmayı neredeyse garantiledi.

Ligin azizleri… Rams ve Eagles’ın ikinci yılını yaşayan quarterback’leri ile hikayeleri çok güzel olsa da sezonun en özel hikayelerinden birini New Orleans Saints yazıyor. Yıllardır Drew Brees faktörüyle her sezona gizli şampiyonluk adayı olarak başlasalar da çoğu zaman savunmanın onları geri çekmesi nedeniyle sürekli hayal kırıklığı oldular. Onları izlerken kendimizi Brees için üzülmekten alıkoyamadık çoğu zaman. Bu sezona da benzer şekilde girmişlerdi aslında; yine kaos, yine drama ve yine tek başına bir şeyler yapmaya çalışan Brees… Ta ki Adrian Peterson’dan kurtulana dek…

Sezona 0-2 başlayan Saints, üst üste yedi maçtır kazanıyor ve bunu çok büyük oranda Peterson’ı denklemden çıkarmalarına borçlular. AP veya AD (kendisi lakabının aslında bu olduğunu söylüyor) takımdayken Sean Peyton anlamsız bir şekilde kendisini her down farklı bir running back kullanmaya mecbur hissederek ‘running back by committee’ deyiminin suyunu çıkartıyordu. Bu şekilde Saints, elindeki birbirinden yetenekli üç running back’ten tek bir iyi running back performansı bile alamadı. Peterson gittiğinden beri koşu oyunu görevleri Mark Ingram ve Alvin Kamara arasında o kadar güzel paylaştırılıyor ki Saints hem bu iki oyuncudan hem de pozisyondan alabileceği maksimum verimi alıyor.

AP sonrası dönemde Ingram’ın carry sayısı iki katına çıkarken beş maçta üç kez 100 yardın üstüne çıktı ve bu süreçte ulaştığı en az yard sayısı 75. Tüm bu süreçte yedi kez de touchdown yaptı. Aynı şekilde Kamara da bir maç haricinde ‘yard per carry’ olarak 6.3’ün altına düşmedi. Bu haftaki Bills maçında Saints’in bu iki koşucusu birden 100 yardın üzerine çıktı. En az bir beş yıldır Saints’i takip ediyorsanız bunlar inanması zor istatistikler. Takım artık tamamen koşu hücumu odaklı bir takıma dönüştü diyebiliriz. Öyle ki geçtiğimiz haftalarda Saints, şampiyon oldukları 2009 sezonundan beri ilk defa Brees’in touchdown pası atmadığı bir maçı kazanmıştı. Bu hafta Bills karşısında da Brees’in yine touchdown pası atmasına ihtiyaç duymadılar. Saints, artık maçlarını kazanmak için Brees’in bir şeyler yapmasına muhtaç değil ve bu onların Super Bowl iddiaları için en önemli dayanakları.

Zamanı bükelim ve yılın en iyi çaylak savunmacısı ödülünü Marshon Lattimore’a verelim… Saints demişken 360 derece dönen ve bulundukları konumda aslan payı olan savunmalarına da değinmeden geçmeyelim. Yıllardan beri ligin pas pas savunmaları arasında olan Saints savunması aslında ligin en dominant savunmalarından birisi oldu fakat zamanında insanlarda öyle kötü bir algı oluşturmuşlardı ki kimse hala iyi olduklarına inanamıyor. Son üç sezondur maç başına sırasıyla 385, 413 ve 375 toplam yarda izin veren Saints defansı bu sezon 10 hafta itibariyle sadece 312 yarda izin veriyor. Rakibe izin verilen ortalama sayı ise sadece 18,3 ve bu Seahawks ve Vikings gibi ligin elit savunmalarıyla aynı. Peki bu farkı büyük oranda çaylak bir cornerback’in oluşturacağını söylesem inanır mıydınız?

Cornerback pozisyonu, kolejden NFL’e geçişin en zor olduğu pozisyondur çünkü NCAA’de oynarken savunduğunuz rakipler genelde boy ölçüşeceğiniz recieverlar olurken NFL’e gelindiğinde bütün recieverlar güçlü ve hızlı. Fakat Lattimore, draft öncesi oluşturduğu havanın hakkını vererek tek başına Saints secondary’sine ve defansına sınıf atlattı. En az 250 tane coverage snap gören cornerback’ler arasında sadece 160 yarda izin vererek bu alanda ligin en iyi ikinci cornerback’i durumunda. Bu sezon henüz touchdown’a izin vermedi ve rakip QB’ler onun tarafına pas attıkları zaman sadece 37.4 pas reytingine sahip oluyorlar. Lattimore şu anda benim bir çaylak cornerback’ten gördüğüm en iyi performansı gösteriyor ve pozisyondan bağımsız olarak Pro Football Focus’un en yüksek not verdiği üçüncü oyuncu konumunda. Sitemiz yazarlarından Cihan Kaya, geçtiğimiz hafta Lattimore yılın en iyi savunmacı çaylağı olur mu diye sormuştu, bana kalırsa bu ödülü şimdiden bile aldı.

Sabrın sonu selamet… Sabır, belki de bir insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden birisi ve büyük çoğunluğumuzda da mevcut değil ne yazık ki. Her şeyin hemen olmasını istiyoruz oysa ki Roma bile bir günde kurulmamışken. Aaron Rodgers üç hafta önce köprücük kemiğini kırarken Packers taraftarlarının da umutlarını kırıyordu. Bu yanlış değil elbet, burada size Packers’ın şampiyon olacağını iddia etmeyeceğim. Ancak bu bilinmesine rağmen oyuna girdiği Vikings maçıyla beraber Brett Hundley yaptığı her harekette büyük eleştirilere maruz kaldı. Saints maçı aynı şekilde ve Lions maçı yine aynı şekilde. Packers bu maçları kaybetti fakat Vikings ve Saints karşılaşmalarını Rodgers olsa bile kesin kazanırdı diyemeyiz.

Bu hafta Bears karşısında Packers hiç favori olmamasına rağmen kazandı ve bunu Hundley sayesinde başardılar. Starter olarak çıktığı önceki iki maça kıyasla NFL hızına ayak uydurabilen ve daha rahat olan bir Hundley izledik. Bu adam eleştirilirken kariyeri boyunca bir tane bile NFL maçı oynamamış olduğunu unuttuk. Rodgers’ın yerine oyuna girdiği maçtan sonra dahi “Kaepernick’i alsınlar”, “x oyuncuyu alsınlar, bundan cacık olmaz” dedik. Adam daha “bir” maç bile oynamamıştı halbuki. Çoğuz zaman Rodgers’la kıyasladık (!), ligde bu kıyası yapacağımız başka bir adam daha olmamasına rağmen. Kısacası biz Hundley’ye haksızlık ettik ve o da Bears maçıyla birlikte bizi yanıltmaya başladı. Hem de ilk iki running back’ini kaybetmesine rağmen. Hundley artık oldu veya Packers’ı şampiyon yapacak falan demiyorum ama bundan sonra daha mücadeleci ve son ana kadar playoff kovalayan bir Packers izleyeceğimizi düşünüyorum. Hundley sayesinde.

Cowboys’un en önemli oyuncusu Tyron Smith… Zeke Elliott, pembe diziye dönen ceza alıp almama davasında en sonunda cezalı duruma düşünce Cowboys’ta kırmızı alarm çalmaya başlamış ve gözler bir avuç yedek running back’lere, Dak Prescott’a, Dez Bryant’a çevrilmişti. Aslında herkes yanlış yöne baktı. Ligin bana göre en iyi left tackle’ı Tyron Smith, sırt ve kasık sakatlıkları nedeniyle Falcons karşılaşmasını kaçırınca yukarıda bahsettiğim kurtarıcı olması beklenen isimlerin hiçbir önemi kalmadı. Maç boyunca da gördüğümüz üzere Smith, Cowboys makinesinin en kritik dişlisi ve onu denklemden çıkardığınız zaman tüm yapı çöküyor. Onun olmayışı tüm hücum çizgisinin dengesini bozmakla kalmayıp qb ve running back’lerin de değerini düşürdü. Daha önce dokuz haftada 10 kere sack olan Prescott sadece bir maçta sekiz kez sack oldu ve bunların altı tanesi kör noktasında oynayan Adrian Clayborn’dan geldi. Yani normalde Tyron Smith’in koruduğu noktadan. Neyse ki Cowboys’un karşısında Von Miller veya Khalil Mack gibi bir adam yoktu çünkü Clayborn dediğimiz arkadaş sezonun kalanında tek bir sack daha yapamayabilir. Tek bir maçta kariyer maçı oynadı.

Birkaç çift laf da Jason Garrett’a etmek istiyorum. Bu satırlarda bir zamanlar Cowboys yazdığımı hatırlarsınız ve bunu hatırlıyorsanız Garrett’tan haz etmediğimi de biliyorsunuzdur. Bu adam bana göre NFL seviyesinde bir head coach değil ve bu kadar yıl Dallas’ın meşhur offensive line’ının ekmeğini yedi. Sezon başına dönelim. Cowboys, koşu yüzdelerini düşürerek birden bire geçen sezon onları başarılı yapan önce koşu yaklaşımını değiştirmişti ve bu süreçte iki mağlubiyet aldılar. Ne zaman yeniden koşuyu ana eksene alıp Elliott^’ın sırtına bindiler o zaman üst üste 49ers, Redskins ve Chiefs’i rahat geçtiler. Ne yazık ki bu noktadan sonra Zeke ceza aldı. Falcons karşısında Garrett efendi bir kez daha takımın genleriyle oynadı ve Cowboys sadece 21 kez koştu. Hatta ilk yarıda tek bir kez dahi koşmadıkları seriler oynadılar. Zeke yok diye ne de koşmaktan bu kadar korktuklarını anlamadım.

Smith yokken zaten gelen pas baskısını durduramadılar, mantıklı yaklaşım topu koşturarak Dak üzerindeki baskıyı biraz kırmak olabilirdi. Üstelik Alfred Morris ikinci yarının başında üst üste 10 yardlık koşular da yapmışken. Yani Cowboys istese yine koşabilirdi çünkü koşabiliyorlardı. Koşuyu terk etmeseler maçı kazanabilirler miydi bilemiyorum ama en azından maçın içinde kalırlardı ve Dak aslında kötü oynamadığı bir maç sonunda bu kadar haksız eleştirilere maruz kalmıyor olurdu…