Sürprizlerin ardının arkasının kesilmediği ilginç bir sezon izliyoruz. Skor üstünlüğün son dakikalar içerisinde defalarca el değiştirdiği maçlardan tutun da, Buffalo Bills gibi ligin dibine demir atması beklenen bir takımın Super Bowl adaylarına kafa tutmasına kadar her şeyiyle ağzımızı bir karış açık bırakan bir sezon bu.

Tabi sürprizler sadece saha içerisinde de yaşanmıyor. Zaman zaman maçların oynandığı koşullar bile alışılmadık anlara sahne olabiliyor. Son iki haftadır Tampa Bay’de oynanan karşılaşmalara göz atma fırsatı bulduysanız ne dediğimi anlamışsınızdır. Öyle ki, günlük güneşlik başlayan iki karşılaşmada da sonlara doğru çıkan fırtınaların etkisiyle öyle bir hava muhalefeti yaşandı ki sahada göz gözü görmedi, oyuncular kaymadan iki adımı üst üste atamadı derken hakemler, bu iki maça da uzun süreli aralar vermek zorunda kaldı.

Daha önce NFL, kar fırtınası altında beyaz forma giyen Lions oyuncularının ayırt edilemediği (Bkz. 2013 Sezonu 14. Hafta: Detroit Lions – Philadelphia Eagles) veya sıcaklığın -30 derecenin altına indiği dondurucu soğuklarda vücudunun büyük oranı yağ olan koskoca adamların kat kat eldivenlerle oynadığı (Bkz. 1980 Sezonu AFC Divisional Round: Cleveland Browns – Oakland Raiders, zaten bu iki takım playoff’ta karşı karşıya geliyorsa, o karşılaşmada mutlaka bir sıkıntı çıkar) ilginç maçlara tanık olmuştu; fakat, üst üste iki hafta boyunca maçlara ara verilmesine sebep olacak kadar şiddetli hava muhalefetiyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Hatta sürenin durdurulmasına da anca elektrik kesintisi (Bkz. Super Bowl XLVII: Baltimore Ravens-San Francisco 49ers) gibi teknik arızalar neden olurdu. Sonuç olarak bu işte daha büyük bir kuvvetin parmağı vardı ama kimin veya neyin?

Üçüncü hafta Tampa Bay Buccaneers’ın Los Angeles Rams’i konuk ettiği karşılaşma, kıyasıya bir mücadeleye sahne oluyordu. Bitime üç dakika kala Jameis Winston’ın Mike Evans’a attığı touchdown pasıyla 37-32’ye gelen skor sonrası Bucs, 2-point conversion’dan faydalanamayıp farkı bir alan golüne indiremeyince birden fırtına koptu ve maça bir saat 10 dakikalık bir ara verildi. Buradan, fırtınayı kopartan gücün Bucs’ı destekliyor olması sonucunu çıkartabiliriz. Bu hafta Tampa Bay Buccaneers ile Denver Broncos’u karşı karşıya getiren maç ise Bucs için çok daha trajik geçti. Bırakın maçı başa baş götürmeyi, takım, son şampiyondan fark yiyordu ve Bucs, 27-7 gerideyken yine bir fırtına patlak verdi. Bu seferki daha çok “Sizden bir cacık olmayacak, iyisi mi ben bu ızdıraba bir son veriyim.“ der gibiydi.

Peki bütün bu afetvari koşullara sebep olan şey neydi? (Başlığı okuyup da sekiz bilinmeyenli denklem çözmüş havasına giren sizi gidi uyanıklar) İlk ihtimal buna Tanrı’nın sebep olması. Sonuçta Tanrı, zamanında Dünya’ya fırtınalar salmış ve bir tek Nuh peygamber ve ailesini kendi gazabından korumuştu. Ancak bu senaryonun bariz hatası şu ki, ne Jameis Winston bir Nuh peygamber ne de Tampa Bay Buccaneers onun ardından gelen seçilmiş bir topluluk görüntüsü çiziyor. Eğer böyle bir görüntü çizişelerdi şu an (1-3) gitmiyor olurlardı.

İkinci ve daha kuvvetli bir ihtimal ise Bucs’ın yeni transferi Strom Johnson’ın bu işe burnunu sokmuş olması. Sonuçta adamın adı “Fırtına” ve kendisi Jacksonville Jaguars’dayken takımın sosyal medya hesaplarında da sürekli şimşekli ve karanlık bir atmosfer içinde tasvir ediliyordu. Bununla birlikte, “Storm is Coming” (Fırtına geliyor) sloganıyla paylaşımlar yapılmasına rağmen adamın öyle bir potansiyele sahip olduğunu göremedik. Ancak demek ki Storm, Bucs’ta kendisini bulmuş ve takımdan ayrılmadığı müddetçe de Bucs’ın yakasını bırakmayacağa benziyor.

İki haftadır bir kıyamet alameti gibi patlak veren bu kaotik meseleye de mantıklı (!) bir sebep bulup içimizi rahatlattıktan sonra NFL’in dördüncü haftasında neler yaşanmış, ona göz atabiliriz:

Kendin Ettin Kendin Buldun Cam

Carolina Panthers quarterback’i Cam Newton, şüphesiz NFL tarihinin gördüğü en mobil quarterback’lerden bir tanesi. Hatta öyle mobil ki, zaman zaman bir running back gibi sert hit’ler alma pahasına kendisini iki veya üç savunmacı arasına atabiliyor. Ayrıca, klasik bir NFL quarterback’inin koşusunu tamamlarken, olası bir sakatlıktan korunmak için yaptığı slide’ı (kaymayı) Newton’ın koşu oyunlarında çok görmüyoruz ki yıldız oyuncu buna, sadece birkaç yard daha alma pahasına başvuruyor. Son olarak da Newton, neredeyse her pozisyonda koşu oyununu kokluyor. Elinden topu çıkarma süresi tam 2.62 saniye ve bu istatistikte NFL’in 26. sırasında. Newton, NFL ortalamasının sadece 0.16 saniye üzerinde olsa da bu 0.16 saniyede savunmanın dizilişine göre key player (kilit oyuncu) olarak seçtiği bir defansif end’i veya bir linebacker’ı kesiyor.

Her ne kadar MVP’nin bu ikili tehdidi takımın hücum oyunlarına ciddi opsiyonlar kazandırıyor olsa da, bu hafta oynanan ve oyun kurucunun, dördüncü çeyrekte aldığı hit sonrası beyin sarsıntısı geçirip sahayı terk ettiği Atlanta Falcons maçıyla şu görüldü ki artık Newton’ın risk alarak giriştiği bu cüretkar koşu oyunlarına bir sınır koyması gerekiyor. En başta bunu kendi sağlığı için yapmalı. Bunun en önemli sebebi, University of Miami’de yapılan bir tıbbi araştırmaya göre geçirilen her beyin sarsıntısı (concussion) sonrası tekrardan beyin sarsıntısı geçirme ihtimali artıyor. Öte yandan Newton, Panthers için vazgeçilmez bir oyuncu ve bu yüzden sahada yer almadığı sürenin hiçbir telafisi yok. Bunu yine Falcons maçında gördük. Dördüncü çeyrekte Panthers’ın 16 sayılık farktan geri dönmesi için elinde şans vardı ancak bu, ikinci oyun kurucu Derek Anderson ile olacak bir iş değildi. Anderson ilk touchdown pasını attı atmasına ama sonrasında maçı uzatmaya götürecek drive’ın henüz ilk hücumunda attığı interception ile takımının sahadan boynu bükük ayrılmasına sebep oldu ki aslında bu hatadaki payın büyük bir kısmı da ihmalkar davranıp takımını yalnız bırakan Newton’a aitti.

NFL’de Yaşanan Astral Kavgalar

Belki Bills’in aldığı beklenmedik galibiyet sonrası pek dikkatinizi çekmedi ama bu enteresan karşılaşmanın öncesinde yaşananlar da en az maç sonucu kadar konuşulmaya değer. Aslında maç öncesindeki atmosfer, huzur vericiydi iki taraf için de. Karşılaşmanın başlamasına bir saat kala takımların oyuncuları hafiften ısınıyor ve kendilerini motive etmeye çalışıyordu. Patriots’ın iki oyuncusu, quarterback Jacoby Brissett ve wide receiver Malcolm Mitchell da yarı sahaya doğru hafif tempo koşarak adelelerini maça hazırlanıyordu. Ancak bu masumane ısınma şekli,  her nasıl olduysa Buffalo Bills safety’si Robert Blanton’ın tepkisini çekti ve Blanton, bir anda Brissett’i sert bir şekilde ittirdi. Bizim gururlu Mitchell da durur mu, arkadaşına yapılanı görünce o da atladı Blanton’ın üzerine ve bir anda çarşı pazar karıştı. Yaşanan arbedeyi ayırmak için koçlar bile devreye girdi.

Yaşananlar, buraya kadar size pek ilginç gelmemiş olabilir. Sonuçta, Amerikan futbolu fiziksel mücadelenin ve alt etmenin öne çıktığı bir spor olduğundan böyle kavgalar zaman zaman yaşanabiliyor. Ancak çoğu yaşanan kavganın altında da bir sebep oluyor. Mesela, bir oyuncu anlık bir sinir harbi sonucu karşısındakine küfrediyor veya sert bir tackle yiyen oyuncu, tackle’ı yapan savunma oyuncusuna saldırıyor vs. Buna rağmen, Patriots – Bills maçından önce çıkan kavganın sebebi biraz daha derin, ancak mistik güçlerle açıklanabilecek bir hal almış. En azından Bills cornerback’i Nickell Robey-Coleman, öyle söylüyor: “O ikili, zihnimizin içine girmek ve bize istemediğimiz şeyleri yaptırmak istiyordu. Böyle bir şeyin olmasına izin veremezdik.” Bu ilginç açıklamanın üzerine buradan Robey-Coleman’a seslenelim: Eğer yarı sahana doğru koşan Bill Belichick olsaydı korkmakta haklı olabilirdin. Sonuçta bu kadar zeki bir adamın, akıl oyunları oynaması yine bir derece gerçekçi; ama biri 23 yaşında, diğeri 24’ünden gün alan ve sahada Belichick ne derse onu yapan bu iki genç çocuğun seninle ne derdi olsun, üstüne üstlük sen bir de yedek safety’sin.

Daha Ne Kadar Pas Odaklı Oynayacaksınız?

Sezona playoff hayaliyle başladıktan sonra üst üste mağlubiyetler alıp bu mağlubiyetler zincirine de son halka olarak Jacksonville Jaguars’ı eklediyseniz, takımınızda büyük bir sıkıntı var demektir. Indianpolis Colts’un içinde olduğu durum da şu an bu. Uzun süredir beklentilerin bu kadar altında kalan bir NFL takımıyla daha karşılaşmamıştık. Tabi daha sezonun başı, bakarsınız Colts birden kendine gelip üst üste galibiyetlerle NFL’in en kolay grubu AFC Güney’i lider bitirebilir. Ancak şu anki tablo takım için pek de iç açıcı gözükmüyor.

Peki Colts’ta problem ne? Geçtiğimiz sezon quarterback Matt Hasselbeck’in üst üste beyin sarsıntıları geçirmesine sebep olan ve alarm veren hücum çizgisine draft’tan fazlasıyla katkı yapılmışken niye bu takım beklenildiği yerde değil? Cevapları çok da uzakta aramamak lazım. İlk olarak savunmada ciddi eksikler var ama bunu zaten herkes biliyor ve üzerine konuşuyor. Daha derinde yatan ve gözlerden uzak kalan ikinci problem ise Colts’un koşamıyor olması. Son 44 resmi karşılaşmanın hiçbirisinde, takımın herhangi bir running back’i 100 yard’a ulaşmayı başaramadı. Bu da bizi 2013 sezonunun ortasına kadar götürüyor. Her ne kadar NFL, yavaş yavaş geleneksel oyun anlayışından uzaklaşıp pas ağırlıklı bir lige dönüşüyor ve Colts’ta bu yeni anlayışın en önemli kalesi olarak öne çıkıyor olsa da, bu ligde koşamayan takımların gideceği yerler sınırlı. Eli Manning’in yanında bir Ahmad Bradshaw, Joe Flacco’nun yanında bir Ray Rice, Russel Wilson’ın yanında bir Marshawn Lynch ve Peyton Manning’in yanında Ronnie Hillman-CJ Anderson ikilisi olmasaydı, bu quarterback’lerin şampiyonluğa kadar yürümeleri hiç de kolay olmazdı.

Colts ise, tamamen pas üzerine odaklandıkları 2014 sezonunda, AFC Konferans Finali’ne kadar yükselince koşu oyununa karşı ihmalkar tutumlarının sonuca çok da yansımadığı inancına kapıldı. Fakat o başarı, Colts için tekrarlanması güç olan bir mucizeydi. Ayrıca 2014 sezonunda savunmaları da bugünküne oranla çok daha iyi bir oyun sergiliyordu. O yüzden, Colts’un tek tarafa kanalize olmuş bu oyun planından bir an önce vazgeçmesi ve draft’ın yüksek turlarından veya serbest oyuncu piyasasından şöyle genç ve agile (çevik) bir running back’i kadrosuna katması gerekiyor. Yoksa bir ayağı çukurda olan Frank Gore ile bu takımın koşu oyunu kolay kolay düzelmez.

Ruh İkizleri

Bu hafta oynanan maçların heyecanı arasında kaybolup giden önemli bir olay yaşandı NFL’de ve Josh Gordon, sürpriz bir kararla Amerikan futboluna ara verip bağımlılık sorununu çözmek için rehabilitasyon merkezine yatma kararı aldı. Gordon’un bu kararı, çok büyük ihtimalle NFL’e veda etmesi demek. Nitekim, kendisinin bağımlılık problemi oldukça ciddi. Sonuçta Manziel gibi bir baş belasının kankası olan ve onunla “Los Angeles senin Coachella benim” dolaşan bir adamdan bahsediyoruz burada. Eğer Gordon, gerçekten de iyileşmek istiyorsa bu yıllar alabilir. Olur da Gordon, rehabilitasyonu yarıda bırakırsa NFL’de tekrar bir takımla anlaşabilir tabi ama uyuşturucudan uzak durma konusunda bu zamana kadar ortaya hiçbir irade koyamadığı gibi o zaman da başarılı olamaz ve dolayısıyla NFL, son birkaç sezonda olduğu gibi Gordon’ın sahaya adım atmasına dahi müsaade etmez.

Gordon gibi bir zamanlar NFL’in en büyük genç yıldızlarının başında gösterilen bir oyuncunun Amerikan futboluna muhtemel olarak veda etmesi bana başka bir oyuncunun hikayesini hatırlatıyor. Kim mi dersiniz? Tabi ki Justin Blackmon. NFL’i yeni takip etmeye başlayanlar belki ilk kez duymuş olabilir bu ismi (Hoş, NFL’de sadece 14 maç oynayan Blackmon’ı uzun yıllardır NFL takip eden birçok Amerikan futbolu sever dahi hatırlamaz). Şöyle özet geçeyim, ortalama bir çaylak sezonundan (2012) sonra kendisi 2013 sezonunda dört karşılaşmaya çıktı, bu dört karşılaşmada maç başına 100 yard’ı geçip 415 yard pas tuttuktan sonra, ne hikmetse (!) doping yaptığı ortaya çıktı ve ceza aldı. O gün bugündür Blackmon, NFL sahnesinde yer alamıyor. Gordon’ın Blackmon ile aynı kaderi paylaşmasına sebep olan unsur ise ikisinin de NFL’e çok erken veda etmesi oldu. Öte yandan bu çok yetenekli iki genç oyuncu da zaten kabarık olan sicillerine her gün bir yeni ceza daha ekleyerek adeta kendi sonlarını hazırlamış oldu. Aralarında ise tek bir fark kaldı ki o da rehabilitasyon merkezine yatan Gordon’ın şu an yeri yurdu belli, Blackmon’ı ise üç senedir gören olmadı.