Takvim yaprakları 17 Ağustos 2011’i gösterdiğinde gözden düşmüş kolej yıldızı Terrelle Pryor’a, Al Davis’ten bir telefon gelir; “Yıldız olacaksın.” 2011 NFL Supplemental Draft’ının üçüncü turunda Raiders tarafından seçilen Terrelle Pryor, aslında tam olarak Oakland Raiders organizasyonuyla aynı özellikleri ve hedefleri paylaşan bir isim. Oakland Raiders, 2003 yılından bu yana playoff yapamayan ve bu tarz uzun süreli başarısızlıklara alışkın olmayan bir franchise. NFL’deki en özgün takımlar hangileri diye sorsanız bu soruya tamamen objektif olarak vereceğim cevap Oakland Raiders, Green Bay Packers ve Dallas Cowboys olur (Evet, çok fazla objektif oldum değil mi?) Bu iddiamı gerekçeleriyle de açıklardım ama o başka bir yazının konusu. Neyse, Raiders, NFL dünyasının parlayan bir yıldızıyken son 10 yıllık süre zarfında kayan bir yıldız konumuna geçti. Amaç yeniden zirveye çıkmak. İşte Raiders ve Pryor’ın benzerlikleri burada başlıyor ve hikayemizin ilerleyen kısımlarında yollar kesişiyor, amaçlar birleşiyor. Bu etkileşimi anlayabilmek için önce Pryor’ın hikayesini anlamak gerekiyor diyor ve sizi tarihin tozlu sayfalarına davet ediyorum.

Pennsylvania’nın Jeanette lisesinde okuyan genç Pryor, belki de hayatının en önemli kararını vermek üzereydi. Tüm lise kariyeri boyunca her atletik genç Amerikalının olduğu gibi iki spor arasında sıkışıp kalan Pryor’ın artık bir karar vermesi gerekiyordu. Bir basketbol oyuncusu olarak çok önemli bir yetenek olarak gösteriliyor ve NBA’in yeni yıldızlarından olabileceği konuşuluyordu. Mevcut NBA oyuncuları Tyreke Evans, Derrick Favors ve Devin Ebanks gibi isimlerle lise kariyeri boyunca karşılıklı oynamış ve galip gelmiş bir oyuncudan bahsediyoruz. Senior yılında ise Pittsburgh, Ohio State gibi okullardan basketbol bursu bile aldı.

Ancak Pryor, bir basketbol oyuncusundan çok daha potansiyelli bir Amerikan futbolcusu olarak görülüyordu ki 2008 sınıfında ESPN 150 listesinde dördüncü sırada gösterilerek ülkenin en yetenekli oyun kurucusu olarak görülüyordu. Kaldı ki nihayetinde tercihini Amerikan futbolu ve Ohio State’ten yana kullanıp geleceğini şekillendirdi. Pryor bu kararının nedenini ise bugünlerde şöyle açıklıyor; “Futbol, basketbola oranla takım olgusunu ve dayanışmayı daha çok barındıran bir spor ve oyun kurucu oynamanın zorluğunu ve verdiği baskıyı seviyorum.” diyor.

Pryor’ın nasıl bir kolej kariyerine sahip olduğunu az çok biliyorsunuzdur, fazla derine inmeyeceğim. Bilirsiniz işte, birkaç bowl maçı, Big Ten yılın freshman oyuncusu, Big Ten MVP ikinciliği, Hesiman Trophy ikinciliği, Rose Bowl MVP’si gibi şeyler. Tüm bunların yanında 1.98 boyunda olup da 40 yardı 4.33 saniyede koşabilen bir adam. Bildiğiniz sıradan şeyler işte. Tüm bunların yanında aşırı popülarite ve fenomen seviyesine ulaşmış bir karizma. Pryor, futbolun gök yüzündeki en parlak yıldızlardan bir tanesiydi, her şey yolunda gidiyordu. Ancak 23 Kasım 2010’da her şey tersine döndü.

Şimdilerde NCAA’in ne kadar iki yüzlü bir kurum olmasının ciddi anlamda yeniden tartışmaya açan olayda Pryor ve dört takım arkadaşı daha uygunsuz kazanç adı altında beş maçlık cezaya çarptırıldı ve devam eden süreçte Ohio State, Pryor’ı okuldan uzaklaştırdı ve NCAA tarafından tüm atletik programlardan men edildi. Suçu ise tüm genç sporcuların kabusu olan menajerler tarafından ayartılmak. El altından arabalar ve binlerce dolara satılan imzalı fotoğraflar ve benzeri şeyler. Eğer kolej futbolunu takip ediyorsanız ne kadar da tanıdık geldi değil mi? Aynı şeylerden suçlanan nam-ı diğer Johnny “Football” Manziel, sadece bir maçın bir devresinde oynamama cezası aldı. Ne kadar da komik değil mi? İşte çifte standart tartışmaları da burada başlıyor. Konu Pryor’a sorulduğunda verdiği cevap net; “Neden geçmişe döneyim ki? Bu takıma liderlik etmem gerekirken neden aklıma negatif düşünceler getireyim?”. Müthiş bir karakter. Ancak bunu da deşmeyeceğiz, bu da başka bir konu.

Bu nedenler dolayısıyla Pryor, kesinlikle ilk tur seçimi olacağı bir draft’a normal statüde katılma hakkını da kaybederek supplemental draft adı altında, disiplin cezası alan veya akademik yetersizliği olan oyuncuların katıldığı draft ile lige adımını attı.

Oakland Raiders penceresine dönelim. Rich Gannon, Raiders’ın elindeki franchise QB’ye yakın en son şeydi ve o zamanlar yıl 2004’tü. Gannon’ın kramponlarını astığı tarihten bu yana umutsuz bir franchise QB arayaşı içindeydi Raiders. Durumun vahimliğini şöyle bir trajikomik olayla açıklayabiliriz. Pryor, çaylak sezonundayken takımın başında olan koç Hue Jackson’dan liseden beri giydiği 2 numaralı formayı istiyor ancak Jackson, takımın en son 2 numarayı giyen oyun kurucu ile pek hoş anıları olmaması nedeniyle bu isteği geri çeviriyor. JaMarcus Russell’dan bahsediyorum ancak Pryor o zaman bunu anlayamamış ve 6 numaralı formayı seçmişti. Bu QB arayışı uğruna saçma sapan takaslar yapıldı ve üst sıra seçimleri boşa gitti ve Raider Nation belki de ilk defa aradığı oyuncuya bu kadar yakın. O isim tahmin ettiğiniz üzere Terrelle Pryor. Yukarıdaki satırlarda bahsettiğim dramatik benzerlik yetmediyse olaya biraz daha dramatiklik katalım, Pryor, merhum Al Davis’in son draft seçimi ki bu da onu epik bir hikayenin baş kahramanı yapıyor.

Yazımın giriş cümlesindeki diyaloğa geri dönelim. Davis, Pryor’ı seçer seçmez yeni heyecan verici atlet projesini arayarak yıldız olacaksın diyor ve konuşma şu şekilde devam ediyor; “Önündeki birkaç yıl çok zorlu olacak, ancak çalışmaya devam et. Başarılı olacaksın ve ben sana inanıyorum.” Al Davis için her şeyi diyebilirsiniz, normal draft’ta seçtiği adamlarla rezil olan birinin supplemental draft’tan seçtiği adamın ne kadar başarılı olabileceğini tartışabilirsiniz ama emin olacağımız bir şey var ki Al Davis, bu bahsi geçen dünyanın en büyük figürlerinden birisi. Pryor’da her ne gördüyse bunu bizlerde her geçen yıl yavaş yavaş görmeye başlıyoruz.

Pryor’a Al Davis ile bahsi geçen konuşması sorulduğunda ‘sanki geleceği görmüş gibiydi’ diyor. Tabi henüz Pryor’ın tam anlamıyla bir yıldıza dönüştüğünü söyleyemeyiz. Ancak bu yolda varıyla yokuyla çalışan müthiş azimli bir yarışmacı olduğunu söyleyebiliriz. Hemen kısa bir alıntı yapalım. “Yeteneklerime güveniyorum ve onun haklı olduğunu kanıtlayacağım. Ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğumu duymaktan bıktım, ona ulaşmak istiyorum.”

Şimdi Pryor’ın omuzlarında iki yük birden var. Birincisi her fırsatta ona ne kadar borçlu olduğunu söylediği Al Davis’in kalan son şöhretini kurtarmak diğeri ise Oakland Raiders’a liderlik etmek. Ancak dediğim gibi, müthiş bir karaktere sahip ve altından kalkamayacağı yük yok.

Zaman makinemize atlayıp geçmişten şimdiye dönüyoruz. Pryor’ın bu zorlu görevinde eklediği son mihenk taşı NFL tarihinin en geç maçında San Diego Chargers karşısında aldığı galibiyetti, biraz bu maçtan konuşalım. Pryor, iki hafta önceki Denver maçında yaşadığı beyin sarsıntısı nedeniyle geçen hafta Washington Redskins karşısında sahadaki yerini alamamış ve bu da bir nevi NFL’in en pahalı yedeği Matt Flynn’in sonunu hazırlamıştı. Hala iddia ediyorum, Pryor o maçta oynamış olsa Raiders kesinlikle kazanırdı. Chargers maçına dönelim. Terrelle, maça öyle bir başlangıç yaptı ki oynamadığı bir haftanın acısını çıkardı resmen. Maça 10/10 pas isabeti ve iki TD pası ile başlayarak kendisinden şüphe duyanlara selamı çaktı. Ligde Pryor’ın atletik özellikleriyle boy ölçüşebilecek çok az oyun kurucu var (Cam Newton) ancak asıl heyecan verici olan Pryor’ın bir pasör olarak günden güne göstermiş olduğu gelişim. Bu gelişimi görmek için ilk haftaki Colts maçını izleyip ardından Chargers maçını izlemeniz yeterli. Belirli bir seviyede gelişimi görmek için ise Denver maçını da izlemelisiniz.

Pryor her hafta kademe kademe gelişimini sürdürüyor. Chargers savunmasına karşı kariyerinin en iyi maçını oynaması sizleri fazla tatmin etmeyebilir ancak Pryor da büyük handikaplara rağmen bunu başardı. Kör noktasını koruyan bir Jared Veldheer yoktu, aynı şekilde diğer Tackle Menelik Watson’dan da yoksundu. OL’nin en iyi oyuncusu Steffen Wisniewski de sakatlığı nedeniyle maçı kaçırdı, aynı şekilde veteran tackle Tony Pashos da öyle. Nasıl yamalı bir line arkasında oynadığını hayal edebildiniz mi? Tüm bunların yanı sıra başı sıkıştığında topu emanet edeceği veya süreyi koşturarak kullanacağı bir McFadden’dan hatta ikinci yarıda Rashard Jennings’ten de yoksundu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen sahada gördüklerim çok umut vericiydi.

Raiders hücumu ilk yarıda eksiklere rağmen fırtına gibi esip 17-0 ile soyunma odasına gitti. Ancak Rivers ve Chargers’tan bir cevap bekleniyordu ve bu cevap ikinci yarıda geldi. Jennings’in de sakatlanmasıyla Raiders topu koşturamamaya başladı ve tüm baskı Pryor’ın üstüne kalınca agresif Chargers savunması Raiders hücumuna ikinci yarıda çok az top yüzü gösterdi. Buradan sonra iş savunmaya kalıyordu ki onlar da görevini layıkıyla yaptı. Geçen sezon Baltimore’un takım olarak, Doug Martin’in ise tek başına denize döktüğü savunma, bu sezon maç kazandırmaya başladı. Gerçi bu doğru bir kıyaslama olmaz, çünkü geçen yıldan savunmada kalan starter’lar sadece Lamar Houston ve Tyvon Branch’ti.

Savunmanın bu başarısında sezon öncesi yazımda da yazdığım gibi kadronun oluşturuluş mentalitesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Nick Roach ve ilk tur seçimi çaylak DJ Hayden haricinde savunmaya katılan tüm isimlerle birer yıllık anlaşma imzalandı. Bu da tüm savunmanın uzun soluklu kontratı hak etmek için savaşması demek. Bu strateji şimdiye kadar iyi işliyor. Kevin Burnett-Sio Moore-Nick Roach’tan oluşan LB hattı umut vadediyor. QB sorununun da çözüldüğünü düşünürsek draft’ta yatırım yapılacak yer DL olmalı çünkü en az derinlik ve kalite bu bölgede. Buna rağmen oynayan her oyuncu formanın hakkını vererek elinden geleni yapıyor. Savunmada dikkat çeken başka bir nokta da uzun zaman sonra Raiders savunmasının rakibe bu kadar top kaybı yaptırmasıydı. Üç interception ve bir fumble ile oynadı savunma. Tabi bunda bu işlerin üstadı olan Charles Woodson’ın payı büyük. Bir interception ve bir fumble recovery ile oynayan C-Wood, fumble’ı altı sayıya çevirerek NFL tarihinde Darren Sharpe’ın en çok TD yapan savunma oyuncusu rekoruna 13 ile ortak oldu.

Genel hatlar itibariyle hem Pryor hem de Raiders iyi yolda. Bu da geçen yıl verdiğim beş yıl içinde şampiyonluk vaadimde elimi daha da rahatlatıyor. Şimdi Pryor’ı ligin en elit savunmalarından Chiefs karşısında zor bir sınav bekliyor. Pryor etkisiyle Raiders tabi ki playoff kovalayan bir takıma dönüşmedi ancak artık her maçı kazanmak için bir şansları var, bunu da 2 numaraya borçlular. Ha unutmadan bu satırlar yazılırken Pryor’ı fantasy ligimizde yaptığım takas ile kadroma katmış olduğumu gururla belirtmek istiyorum. TP2 artık hem Oakland Raiders hem de Guzelce Raiders için ter dökecek. Bir sonraki yazı da görüşmek üzere, esen kalın…