100. sezonuna giriş yapan NFL için yazı yazmayı en cazip kılan unsurlardan biri, kurmasını bilene olay örgüsü namına güzel tesadüfler sunması. Bu yazımda sizlere New England Patriots’un sahaya yansıttığı şeylerden ziyade bu noktaya nelerin nasıl getirdiğini aktarmaya çalışacağım.
Geçtiğimiz sezonu takım ne yapıp edip bir şekilde şampiyonlukla taçlandırdı ve Pittsburgh Steelers ile bu alanda skoru eşitlemiş oldu. Fakat ağızda farklı bir tat bıraktığı şüphesiz. Taraftarın uzun zamandır görmeye alışkın olmadığı 11-5’lik bir sezon derecesinin ardından playoff safhasında neticeye, koşu ağırlıklı varılması takıma dış kulvardan bindirip koşu kazanmış at hüviyeti kazandırdı. Söz konusu postseason olduğunda herkes gibi ben de Brady odaklı hareket ettim. Super Bowl’da alınan netice sonrası sezona bir bütün olarak ama Brady unsurunu da göz ardı etmeksizin önceki yılı “John Elway sezonumuz” olarak adlandırdım. Bunu niçin öyle adlandırdığıma gelince…
Kritik anlarda soğukkanlı hareket etme konusunda lige imzasını atmış QB’nin kim olduğu sorusu sorulduğunda akıllara gelen isim Joe Montana, nam-ı diğer Joe Cool’dur. Nitekim Tom Brady zaman ilerledikçe bu karşılaştırmaya pek çok defa maruz kalmıştır. Montana, California’da doğup büyümüş ve 49ers’ı izlemiş Brady’nin de idolüdür ama Montana’ya röportajları esnasında boynuzun kulağı geçip geçmediği sorulduğunda Montana aynı yüce gönüllülüğü pek sergilediği söylenemez. Ancak ne denli mağrur biri olduğu düşünülünce bu gayet anlaşılabilir bir durumdur. Kimi Brady’nin de bizzat tanıklık ettiği Dwight Clark’a yolladığı pas ile kimisi de Bengals’a karşı yürüttüğü hücum sekansıyla yad eder ama gerçeği değiştirmez ve bu gerçek tabii ki Montana’nın tam dört yüzük kazandığıdır.
Spor müsabakalarının doğası gereği finallerde birileri kazanıyorken diğerleri de kaybeder. Bazen de mevcut galibin yerini başkası alır. Ricky Proehl, “bu gece bir hanedan doğacak” dediğinde rakibini kastetmiyordu fakat vecizesi Patriots adına kehanet doğurdu. Joe Montana aynı zamanda Dan Marino’ya kariyeri boyunca elde ettiği tek Super Bowl biletini sonuçsuz bırakmıştır. Yine aynı Montana, Super Bowl tarihindeki en büyük hezimeti rakibine tattırmış taraftır ve tattırdığı kişi de John Elway’li Denver Broncos’tur. Kariyeri farklı bitmeseydi, Marino’yla kıyaslandığında (onun da lige veda ettiği maçı felaket geçmiştir) Elway’in durumuna “beterin beteri var” denebilirdi zira ilk üç Super Bowl müsabakasının hepsinden yenik ayrılmıştı. Bu demek değildi ki Elway kaybeden kimliğinde birisiydi. Montana’nın kariyeri boyunca 26 geri dönüşü ve 28 kazandıran hücum sekansına karşın Elway’in 31 geri dönüşü ve 40 kazandıran hücumu vardır lakin verdiği çabaların yüzük sayısına yansıması epey zaman almıştır. Montana, Cincinnati Bengals’ı iki şampiyonluktan elde ederken diğer yandan Elway, Ohio’nun diğer takımı Cleveland Browns’ın 80’li yıllarda Cardiac City lakabını kazandırmasında pay sahibi oluyordu. Elway’in 1986’daki AFC Finali’ni uzatmaya götürten 98 yardlık performansı eşine az rastlanır türde bir başarı olmakla beraber taraflara koçluk edenler, bu maç hakkında bir yandan beni farklı düşünmeye iter. Kaybetmesiyle, özellikle de Elway’e kaybettikleriyle, meşhur Marty Schottenheimer, Browns’ın koçuyken Broncos’un başında da NFL tarihinin en çok maç kaybetmiş (uzun uğraşları sonucu Jeff Fisher’ın da rekoruna ortak olduğu) Dan Reeves bulunuyordu. Öyle olduğu için ben bu maça bazen “Bu ikisinden biri kazanmak zorundaydı ve kazananı Elway faktörü belirledi” dediğim olur. Dan Reeves, çok sonraları SBNation’ın tarihin en kötü Super Bowl’u seçtiği SBXXXIII’in yine kaybeden tarafı olduğunda bu kez kazanan John Elway’di. Elway’in gerek Reeves, gerekse Doug Flutie’yi oynatmadığı için Jeff Fisher’a bile en saçma biçimde kaybetmeyi (Music City Miracle) başarabilen Wade Phillips (babasına çekmiş) ile olan oyunculuk deneyimlerine baktığımda bu görüşüm pekişmiyor da değil hani.
Vinny Testaverde’nin nerede başlayıp Bernie Kosar’ın nerede bittiğinin ayırt edilemediği ve rutubetten birbirine yapışmış sarı sayfaları andıran 80’li yıllardan biraz daha ilerisine yolculuk edip Elway’i neden Brady’e benzettiğim kısımlara gelelim. Mike Shanahan denildiğinde akla West Coast Offense’in fikir babalarından biri olması gelir fakat Shanahan’in koçluğunda Broncos şampiyonluğa vardığında ön planda olan pas değil koşu hücumuydu. 1995 NFL Draftı’nda 195. sıradan seçtikleri Terrell Davis kendisinin ilk ve Elway’in beşinci Super Bowl müsabakasında üç TD ile yıldızlaşmıştı. Davis’in bu maçta migreni azdığı için önünü göremediği ama attığı fake sayesinde Elway’in koşudan TD yaptırdığı da vakidir. Oyun öncesi huddle’da Shanahan’le aralarındaki diyaloğa ne zaman rastlasam gülerim ama daha çok bu maça damgasını vuran olay Elway’in kendi ekseni etrafında bir tur attığı diğer bir koşu oyunudur… En nihayetinde Elway, Broncos ve AFC konferansı sonunda şeytanın bacağını kırmış oldu ve NFL-AFL birleşiminin başlarından beridir süregelen NFC dominantlığı sona erdi ve rüzgar, ilerleyen yıllarda Patriots’ın da katkılarıyla, iyice diğer taraftan esmeye başladı.
Bu sitede yazdığım ikinci yazı yine böyle NFL tarihi ağırlıklıydı ve odağı Brady’di. 42 yaşına vardığında nerede olacağı merak konusuydu. Olayın gizemi nihayet çözüldü ve Brady iki yıl daha Patriots çatısı altında oynayacak. Zamanında irdeleyemediğim (ama bunun için kendimi şanslı saydığım) Jimmy Garoppolo da 49ers’ın yolunu tuttu. Brady’e dönecek olursak hem kendisi hem de kendi gibi yaşı ilerlemiş diğer bazı QB’ler için “Elway gibi işleri koşuya devretmeli” yorumları yapıldığı görülür sağda solda. Ben bu tarz bir yoruma ilk defasında Drew Brees için dört yıl önce rastlamıştım. Ona da ayrı bir parantez açmak istediğim için değinmek istedim ben artık bu adamın ikinci, üçüncü alamayışına yapmayışına cidden üzülmeye başladım. Gerçekten rahat üç yüzüğü hakkeden kumaşta birisi ve iki sezondur çok talihsiz şekillerde sahadan yenik ayrıldılar. Söz konusu New Orleans Saints olunca insan şaşırmıyor. Archie Manning’in oradayken pestilinin çıkartılmasına üzülüyorum ama oğlu Peyton’ın halihazırda Brees’ten fazla yüzük sahibi olmasına içerleniyorum. Dome Patrol gibi kaliteli linebacker ünitesiyle kazanamadıkları yıllarda Jim Mora’nın haline de üzülüyorum ama aynı Jim Mora’nın Colts’ta Peyton’ın koçuyken yaptığı meşhur “Playoffs?!” serzenişine ise gülüyorum. Peyton’a bir garezim olduğu sanılmasın, Montana’nın aksine Brady konusunda kendiyle ve gerçekle daha barışık hatta işi espriye bile vurmuşluğu var. Biraz Saints faktörüne vurgu yapmak istedim, aranızda bilenler olacaktır Saints ilk playoff zaferini taa 2000 yılında maç öncesi voodoo büyüsü yaparak elde edebilmiş bir takım. Super Bowl laneti, oynadıkları saha yüzünden en çok da kendilerine vuruyor ve bu öyle Bobby Lane’in bedduası gibi yarım asır sonra kurtulabileceğiniz türde bir lanet değil. Rakibimiz olsalar da Brees’e acil şifalar ve ekibine başarılar diliyorum…
Antonio Brown konusu için ayrı bir alt başlık açıp açmamayı düşündüm buraya kadar okuyabilenler sonrasını da okur kanaatindeyim. AFL’in öncüsü, Raiders’ın efsane GM’i ve eski sahibi Al Davis’in meşhur repliği “Just Win Baby” yalnızca basit bir slogandan ibaret değildi. Bunun temelini oluşturan faktörlerden en bilineni kuralların menfaat adına eğilip bükülebileceğiydi ve bu yüzden rakip taraftarlarca pek sevilen bir takım olmadılar. Bunun ahı kimi zaman Franco Harris’in yakalamadan evvel yere düşüp düşmediğini kimsenin ispatlayamadığı “immaculate reception” olarak çıktı, kimi zaman da kimsenin doğruluğundan emin olamadığı Brady lehine çıkan “tuck rule” kararı olarak çıktı. Temeli oluşturan diğer bir unsursa Al Davis’in başkasının yüz çevirdiği veya ümidini kestiği kişilere şans tanımasından geçti. Ona istediği özgürlüğü tanımasaydı eğer Bo Jackson asla NFL’i denemeyecekti veya Patriots’ın zamanında draft’ın ilk sırasından seçip takımdan kestiği QB Jim Plunkett’e şans vermeseydi iki şampiyonluktan birden mahrum kalabilirdi. 32 takımın kendisine (Steelers da dahil) en başta imkan tanımadığı için kendisine 84 numarayı (8×4) uygun gören Antonio Brown’la yaşadıkları fırtınalı ilişki sonrası Raiders kendisini takımdan kesti ve yer aldığı draft’ın 196. sıra seçimi olan Brown, Patriots’ın yolunu tuttu. Yetenekleri ve yakın geçmişi baz alındığında ilk akla gelen haliyle Randy Moss oldu. İkisi de hemen hemen aynı yaşta Patriots’a katıldılar fakat Brady ve hatta Patriots 2007 model mi değil mi onu zaman gösterecek. Antonio Brown’ın bu kez razı olduğu ücret ve kontrat biçimi, buraya kendisinden önce yüzük kazanmaya gelmiş Darrelle Revis’i andırıyor. Bu arzusu ve Bill Belichick’in empoze ettiği kimlikle birleştiğinde ortaya güzel bir iş çıkacaktır tahminim.
Daha fazla uzatmadan yazıyı noktalandıracak olursam, draft günü Mr. Irrelevant olmanın eşiğinden dönmüş Brady ve Brown ikilisi artık bir aradalar. Belichick ise bir zamanlar Rob Grokowski-Aaron Hernandez ile aradığı tandemin ve de formasyonun çok uzağında. Pas opsiyonları bir yana Patriots, koşu hücumunun teşkil ettiği önemi normal sezonda da yeterince kavramıştı çünkü 100 yardın altında kaldıkları altı maçın beşini kaybetmişlerdi. İşin savunma yönü ve yapılan takviyelerse bir başka konu. Jamie Collins ve Michael Bennett’in katılımların değeri de bu süreçte farkına varılacaktır. Uzun lafın kısası Patriots’ın bu sezon sahaya yansıttığı oyun için mümkünse daha ileride söz etmeye çalışacağım. Şimdiden büyük konuşup 2007’deki Colts ile oynanan “Undefeated Bowl” öncesi doldu dizgin devirle mukayese etmeyeceğim. Araya giren askerlik dönemi sebebiyle evvelki sezonun içine pek dahil olamadım. Giren boşluk nedeniyle öncesinde yazılarımı takip etmiş kimselerden bu vesileyle özür diliyorum. Esenlikle kalın, görüşmek dileğiyle…