Analitik veriyle, öznel gözlem arasında bir köprü kurup, bunu akıcı bir kurguyla bütünleştirmeyi çok isterdim. Ancak işlerin yoğunluğu sebebiyle Patriots maçı bile izlemeye anca vakit bulabiliyordum. Yazının sarkması her ne kadar geleceğe dair tahminde bulunmayı kolaylaştırsa da birikmiş istatistiklerden bir sentez üretmek güçleşiyor ve yazıyı giderek daha gözleme dayalı olmaya itiyor.

Bu yazıda New England Patriots’u rakamlarla izah etmek yerine daha çok oluşturduğu izlenimler üzerinden değerlendireceğim. İlk olarak ölü sezondan bahsetmek istiyorum. Off-season’a önceki yazımda da bahsettiğim üzere “Blitz for Six” mottosuyla başlamıştık ve Bill Belichick, eski Falcons defansif koordinatörü Jerry Glanville’in büyük sükse elde ettiği “Grits Blitz”i anımsatır biçimde hız kesmeden birçok mevkiye takviye yaptı. Gelenlerin kağıt üzerinde gidenlere nazaran daha iyi görünmesinin yanı sıra kritik isimlerin de kadroda tutulması sonucu Amerikan futbolu kamuoyunda “rich get richer” algısı iyice pekişti. Akabinde bahis şirketlerinin Patriots’u sonraki sezon fikstüründeki tüm maçlarda favori göstermesi sebebiyle “ikinci bir 16-0” teması baskın geldi. AFC özelinde Patriots’un tartışmaya kapalıyken yalnızca Pittsburgh Steelers ve Oakland Raiders’ın Patriots karşısında bir şansları olup olmadığı ele alınmaktaydı.

Açıkçası taraftar gözüyle yeni bir kusursuz sezon serüvenine sıcak bakmıyordum zira bu yolda ilerledikçe takımın altından kalkması gereken psikolojik baskı, her yeni yengi ertesinde üstel biçimde artacaktı. 16-0 sonrası olası bir post-season yenilgisinin takım ve taraftar nezdinde yol açacağı travmayı atlatmak bir sezondan fazla sürebilirdi. Dolayısıyla mühim olanın alınan yenilgi veya yenilgilerden bağımsız konferansı zirvede tamamlayıp saha avantajının da yardımıyla en garanti istikametten Super Bowl LII’nin yolunu tutmaktı. Bu arada ideal derece fikrimi sorarsanız sezonu tek fireyle atlatıp devamını şampiyonlukla taçlandırmak derim. Hem böylece “18-1” alay konusunu olmaktan çıkar, hem de Don Shula’nın ve namağlup kadrodan oyuncuların keyifleri kaçmamış olurdu. Bir bakıma kazan-kazan ilişkisi. Hal böyle olunca yeri geliyor Patriots taraftarı olduğunuz halde alışkanlıklarınızın aksine mağlubiyet arzuluyorsunuz.

Nitekim yenilgiyle tanışmak için fazla beklemedik ve Kansas City Chiefs, yer ayarlamakta zorlandığımız son şampiyonluk banner’ını astığımız maçta bir güzel şamarladı. Chiefs en son bizi böylesi darmadağın ettiğinde Tom Brady’nin geleceği tartışmaya açılmıştı. Fakat bu kez Brady’i suçlayacak bir durum söz konusu değildi. Sonraki üç maçta da Brady ligin en çok pas yardı kaydeden QB’siydi ancak takımın savunmada tökezlemesiyle ilk dört maçta 2-2’lik dereceyle yetindik. Bunun başlaca sebebi son katılan isimlerin sisteme olan adaptasyonlarındaki gecikmesiydi. Tabii bu akıllara Belichick’in her Super Bowl zaferi sonrası “İki hafta geciktik” klişesini getirmekteydi. Alınan yenilgilere verilen avans gözüyle bakılabilirdi lakin takımın artık kaybetme lüksü kalmamıştı. Bu esnada AFC tablosu şöyleydi:

– Oakland Raiders 2-2’ye gerilemişti ancak hala bir şekilde toparlanır gözüyle bakılıyordu.

– Pittsburg Steelers, Bears yenilgisiyle yine kendi bacağına sıkmış, mental olarak odaktan yoksun gözükmeleri nedeniyle muhtemel diğer sürpriz yenilgilere açık kapı bırakıyordu.

– AFC South hakkında Colts’un ışık vermeyişinden gayrı kesin bir tahminde bulunmak güçtü.

– Bizim de yer aldığımız AFC East’te New York Jets de dahil tüm takımlar en az ikişer galibiyet almıştı. Buffalo Bills’in savunmadaki etkinliği yer yer kendine gündem ediniyordu.

Ancak sezonun birinci gündem maddesi doludizgin giden Chiefs’ti. Kareem Hunt koşuda 100 yardı adeta bir standart haline getirmişti ve Alex Smith ligin en iyi QB reytingine sahipti. Savunmada Derrick Johnson ve Dee Ford’tan beklenmedik derecede iyi katkı alıyorlardı. Peki tablo bu denli güllük gülistanlık mıydı? Dürüst olmak gerekirse sezonun geri kalanında bu kadar yalpalayacaklarını öngöremesem de Rob Gronkowski’yi harika savunan Eric Berry’i kaybetmeleriyle New England karşısında Pirus zaferinden başka bir şey elde etmediklerini düşünmekteydim. Sezon sonu için gidişatın da 9-0 başladıkları 2013 sezonuna benzer bir yol çizeceği tahmininde bulunuyordum.

Patriots’a yeniden dönecek olursam, o dönem tek temennim Dont’a Higtower’ın bir an evvel dönmesi ve savunmayı toparlamamıza önayak olmasıydı. Dönüşüne yakın takım savunmada kademeli olarak vites yükseltti ve geçen sezonu hatırlatacak ölçüde bireysel performansların pek öne çıkmadığı ama bir şekilde rakibi az sayıda tutmayı başardığımız bir sürecin içine girdik. Stephon Gilmore daha az hata yapar oldu ve dahası Kyle Van Noy, Hightower’ın yokluğunu iyi kotardı. Nihayet yeniden birlikte oynadıkları zaman zarfında da savunma aksamadı ve haliyle sezondan en keyif alınan dönem de bu dönemdi. Hücumda bir şekilde sayı buldujğumuz ve defensive playcalling’i emin ellere teslim ettiğimiz müddetçe bu formu sürdüreceğimize inancım tamdı. Ne var ki sakatlıklar artık takımın işleyişini ciddi biçimde etkilemeye başlamıştı. Dahası sakatlıklar belli mevkilerde yoğunlaştığı için tesiri katlanmaktaydı.

En kritik olanların başında Hightower’ın sezonu kapatması ve Van Noy’un da peşinden maç kaçırmaya başlamasıydı. Shea McClellin’i, emekli olan Rob Ninkovich’i ve hatta geçen sezonki Elandon Roberts’ı mumla aradığımız bir sezona yol açtı Linebacker noksanlığı. İkinci sıraya Sağ Tackle Marcus Cannon’ın sezonu kapatması ve yedeği LaAdrian Waddle’ın da hemen ardından sakatlanması, Brady’nin performansını bana kalırsa WR kıtlığından daha çok etkiledi. Dolphins’e karşı alınan yenilgide rakip D-Line’in açtığı tahribattan bu yana teyakkuz hali bünyede süregelmekte ama çok şükür Van Noy gibi Waddle da yeniden rotasyona dahil oldu. Bunlar haricinde Gilmore ve Malcolm Butler’ın snap sayısını azaltabilecek cornerback hususunda tatmin edecek bir isim henüz bulamadık. Ne Johnson Bademosi ne de Roberts gibi önceki sezonunu aratan Jonathan Jones sorunun çözümü niteliğinde oynayamadılar. Running back ve defensive Tackle’da da periyodik olarak eksiklikler bulunmuş olsa da mevcut olanlar sayesinde vardiya bir şekilde işledi. İyi yandan bakacak olursak playoff arefesinde sakatlık tablosu giderek iyileşiyor. Gronk hala sapasağlam ve Madden laneti de henüz Brady’e sirayet etmişe benzemiyor olsa gerek, MVP adaylarından biri konumunda. Pesimistliğimi mazur görün ama ben yine de son maçlarda attığı interception’ların fazlalığından ötürü hakkını yitirdiği kanaatindeyim. Öte yandan bu ödülün uğursuz geldiği inancına sahibim. 2000’den bu yana normal sezonda MVP ödülü alıp da devamında şampiyonluk gören yok. Matt Ryan’ın da nasıl kaybettiğine hepimiz şahidiz. Kısacası hazır bir lanetten sıyrılmışken ötekinin musallat olmasının bir faydası yok. Önemli olan Brady’nin Super Bowl’da MVP ödülü kazanması. Taraftarı ilgilendiren de zaten takımın normal sezonda değil, playoff’larda ne yaptığı yahut yapamadığı.

Nihai şampiyonluk hedefi bir yana, konferans içi rekabetin kaybolması beni NFC’den Super Bowl’a gelebilecek müstakbel rakiplerimizin (oraya varabildiğimizi varsayıyorum) vaziyetleriyle daha ilgili kıldı. Tam bu sıralarda içlerinden bazıları sivrilmeye başlamıştı bile. En sivrileni de Philadelphia Eagles’tı. Eagles geçen sezonun Falcons’una benzer biçimde hücumda durdurulamaz bir takım hüviyetine sahip görünmekteydi. Öyle sanıyorum sol tackle Jason Peters sezonu kapatmasaydı, Carson Wentz de sağlıklı kalacaktı ve Eagles rakipleri için en büyük engel teşkil etmeye devam edecekti. Heyhat Peters’ın boşluğunu Halapoulivaati Vaitai hiç dolduramadı. Öyle ki Rams maçında Wentz maç sonunu görebilseydi, üzerine bulaşan çimen lekelerinden forması retro bir görünüm kazanırdı. Fakat o maçtan değil Wentz, eski QB’leri Randall Cunningham’in bile sağ salim çıkabilmesi zordu. Cunningham’den söz açılmışken bahsedelim Eagles taraftarının yanıtını en merak ettiği soruların başında gelir 1991’de Randall sakatlanmasaydı kazanıp kazanamayacakları. Giderayak şovunu yapıp enfes bir TD pasına imzasını atsa da, Wentz’in kaybını Nick Foles ile telafi edebileceğe benzemiyorlar. Vaktiyle onlardan çekinen rakipleri, bu kez Eagles’ı gözlerine kestirmiş durumda.

Komple takım görüntüsüne en çok sahip takım Los Angeles Rams idi fakat Patriots taraftarı gözüyle Super Bowl özelinde New Orleans Saints daha endişe verici bir ekip. Bundan “Super Bowl LII’ye Saints çıkacak” anlamı çıkmasın ben sadece Drew Brees ve Sean Payton etmenine dikkat çekmek istedim. NFC hakkında daha kapsamlı bir değerlendirmeyi daha sonraya ertelemek istiyorum. Üstelik yazdıklarım herkesin malumu. Bir de itiraf etmem gerek artık hangi maçı izleyip hangisini izlemediğimden emin olamıyorum. Ertelemekle yeniden maçları izlemek bana vakit kazandıracak o yüzden şu an için yüzeysel değinmekle idare ediyorum. Yazı haddinden fazla uzadı ve toparlayıp sonlandırmadan önce muhakkak değinmem gereken bir başka isim var. Buraya kadar okuyabildiyseniz şayet kimden bahsedeceğimi tahmin ediyorsunuzdur…

Jimmy Garoppolo – Tom Brady ikilemi, takas deadline itibariyle Brady lehine sonlanmış oldu. Geleceği, Robert Kraft’in yıllardan beri arzu ettiği biçimde, yani Brady’nin kariyeri süresince sadece Patriots forması giyecek olması şeklinde netlik kazandı. Garoppolo ise San Francisco 49ers’ın yolunu tuttu. Taraftar olarak bunun olacağını bildiğimiz halde hazırlıksız yakalandık. Bir taraftan da şaşkınlığı üzerimizden atamadık çünkü geçen draft’ta Bears seçimine kadar çıtayı yukarı çıkartanlar vardı ve Browns’un 12. sırası Garoppolo için gayet makul bir değerdi. İkinci tur hakkına bir nevi late first gözüyle bakıldığı için başta reaksiyon “eh idare eder” seviyesine inmişti fakat hem Garoppolo draft hakkını değersizleştirdiğinden, hem de Garoppolo’nun “elden kaçmış bir Aaron Rodgers” imajını çizmesinden ötürü neredeyse takımı boş verip içimizde kalan ukteye odaklanmış vaziyetteyiz. Garoppolo arada attığı birkaç riskli pası saymazsak o kadar iyi yönlendiriyor ki hücumu “Acaba Brady’i mi takaslasaydık?” diye sormadan edemiyoruz. Hani Brady’e de pek yakışırdı 49ers forması ki bence QB forması denince akla 49ers forması gelir, gelmelidir de. Garoppolo ise özellikle Jacksonville Jaguars’a ABD Ulusal Marşı’ndan sonra diz çöktüren ilk unsur olmasından ötürü ayrı bir gurur kaynağı oldu. 49ers ile hiçbir gönül bağım yok ama Garoppolo sayesinde Joe Staley’nin sevinmesinden de, Kyle Shanahan’in rüştünü yeniden ispatlamasından da zevk alıyorum. Yolları açık olsun.

Patriots’u özetlersek kötü başlayıp, iyi devam eden ama sezon sonu galip gelseler de tatmin etmekten az uzak maçlar ortaya koyan, dolayısıyla playoff’lar için iyimser olmak yerine temkinli olmaya sevk eden bir sezon geçirdiler. Bir sonraki yazıda NFC değerlendirmesiyle birlikte Patriots’ın divisional turdaki Tennessee Titans maçının ön değerlendirmesini yapacağım. Belki bir de Garoppolo için bonus bir alt başlık açabilirim. O zamana dek esenlikle kalın…