Bu başlığı okuduktan sonra ifadenin tamamlanmamış olmasından yakınabilirsiniz. İşin ucunun sonuçta filozof Heraklitos’ün ünlü “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” aforizmasına gelecek olduğundan emin olup lafı boş yere fazla uzatıyor olduğumu da düşünebilirsiniz. Hem entelektüel görünme heveslisi zamane insanlarının bu derin aforizmaya yerli yersiz pek çok kez başvurması, hem de özellikle son aylarda yayınladığım Jaguars yazılarında, takımın içinde bulunduğu revizyon sürecini dilime pelesenk edip hatırı sayılır miktarda bahsini açmış olmam ifadenin devamının bu şekilde değerlendirilmesine sebebiyet verebilir.
Ancak bu kadar kompleks düşünmeyin. NFL’de yeni sezonun ilk üç haftasını takip etme fırsatı bulduysanız bu başlık ve bu başlığın devamı sadece şu şekilde okunabilir: “Jacksonville Jaguars’da değişmeyen tek şey kazanamamak”. Ne kadar basit ve ne kadar da gerçeği yansıtıyor, öyle değil mi? Jags, belki ilk maçta Packers’a yenildi ama bu maçta savunma ve hücumun bir bütün halinde iyi bir oyun oynaması beklentileri göklere çıkardı. Buna rağmen takım sonraki hafta gitti; Keenan Allen’sız, Danny Woodhead’siz, Chargers’a 35-0 yenildi (gerçek skor 35-18 ama Chargers, üçüncü çeyrekte 35-0’ı yakaladıktan sonra third string savunmaya karşı 18 sayı bulsan ne olur, bulmasan ne olur Bortles kardeş). Göklere çıkan beklentiler yerin dibine girdi, kursağımıza kadar gelen hevesimiz orada takılı kaldı. Bu hafta oynanan ve son çeyreği Joe Flacco ve Blake Bortles’ın interception düellosuna dönüşen maçta ise, bu düellonun mağlubu Bortles olunca bitime bir dakika kala gelen Ravens alan golü, Jags’in yine sahadan yenik ayrılmasına sebep oldu.
Şu son üç maçla gördük ki yıllardır dillerden düşmeyen Jaguars’daki yenilenme (revizyon) süreci de büyük bir yalanmış. Onca paralar harcandı, son beş yıldır draft’ın ilk beş sırasından tonla oyuncu seçildi ama takım, “Bana mısın!?” demiyor. Hayır, nasıl bir revizyon süreciymiş anlayamadık ki? Ben, ilk kez bu sözde süreçten bahsettiğimde lise üçüncü sınıftayım. Geldim üniversitenin ikinci senesine, halen aşağı yukarı üç sene öncesiyle aynı şeyleri söylüyorum, sadece biraz sosa bulayarak. “Çözüm Süreci” bile bu kadar tıkanmamıştı, el insaf.
Sonuç olarak, head koç Gus Bradley’nin neredeyse her mağlubiyet sonrası düzenlenen basın toplantılarında Jags’in aslında maçı kazanabileceğine atıfta bulunmak için kullandığı “We had oppotunities” (Fırsatımız vardı) cümlesi, galibiyet gelmedikçe artık kimsenin karnını doyurmayacak ve bu hafta takımın özel jetiyle Londra’ya uçacak olan Bradley, dönüşünü tarifeli bir American Airlines uçağıyla yapmak zorunda kalırsa kimse şaşırmasın. Sonuçta NFL’de İngiltere maçları, bu zamana kadar birçok koçu işinden etti.
Oh, söyledim kurtuldum. İçimin kan ağladığı bir dönemde Jaguars yazısı yazmamak da zormuş. Siz yine de lafı bu kadar uzattığıma aldanmayın. Türkiye’de din, politika ve futbol neyse NFL için Jaguars odur. Üzerine saatlerce konuşursun, sonra ortaya anlamlı bir sonuç çıkmayınca döktüğün çeneye yanarsın. O yüzden gelin biz, daha kayda değer şeylerden bahsedelim ve yeni sezonun üçüncü haftasında neler yaşandı, bir göz atalım:
1) Matt Ryan’ın İçine Gerçekte Ne Kaçtı?
Her sezonun ilk birkaç haftasının ardından fantasy ranking’lerine bakıp “Abi X adamı harika oynuyor ya, bu sezon onu kimse durduramaz.” gibi iddialı çıkarımlarda bulunan kurnazlar, 2016 sezonunda da kafayı Matt Ryan’a takmış durumdalar. Atlanta Falcons quarterback’i şu an için istatistiksel anlamda sezonun en iyi quarterback’i olarak öne çıkıyor olabilir; ancak, bu demek değildir ki Matt Ryan harikalar yaratıyor. Açın inceleyin, adamın attığı touchdown pası ortalaması maç başına 2,33. Koşu performansı desen Ryan, hiçbir zaman koşan bir quarterback olmadığı gibi bu sezonda da cebin dışına pek çıkma heveslisi değil. Yani Ryan, geçtiğimiz sezonlara nasıl başladıysa bu sezonu benzer şekilde açtı.
Peki Ryan’ı, ranking’lerde bir numaraya çıkaran ne? Elbette ki, ligdeki diğer quarterback’lerin meziyetlerini halen tam anlamıyla ortaya koyamamış olması. Üç hafta boyunca dört touchdown pasını görebilen Aaron Rodgers, Drew Brees, Cam Newton, Trevor Siemian, Philip Rivers beşlisinin öteki haftalarda sergilediği performanslar beklentinin altında kalınca Ryan’ın averaj istatistikleri bir anda onu fantasy rankings’in birinci sırasına taşıdı.
Ancak merak etmeyin, kariyeri boyunca istatistiklerini hep belli bir çıtanın üzerinde tutan Ryan, sezon başındaki istikrarını 17. haftaya kadar koruyacak ve yine sezonu 25-30 touchdown bandında bitirecektir. Buna rağmen, quarterback’lerin yavaş yavaş açılacağı önümüzdeki haftalarda beşer altışar touchdown’lar havada uçuşmaya başlayınca Ryan’ın bu mütevazı istatistikleri de ligin “orta” sınıfında yerini alacak. O yüzden, Ryan’ın içine kaçan bir şey yok; hem siz, cin olsanız, her sezonu aşağı yukarı birbirinin tekrarı gibi geçiren böyle monoton bir quarterback’in içine kaçmak ister misiniz Allah aşkına?
2) “Evi Arabayı Sat, D-Line’a Bas” Stratejisi İşliyormuş
Bildiğiniz gibi özellikle son yıllarda, NFL takımlarının D-Line oyuncularına bir servet yatırması moda oldu ve Ndamukong Suh, J.J. Watt gibi yıldız isimler de aldıkları sekiz haneli kontratlarla bu furyanın simgesi haline geldi (Zamanında bunun nedenlerini incelemiştim, o yazıya buradan ulaşabilirsiniz). Bu eğilimin bu off-season’daki temsilcileri ise Philadelphia Eagles ve New York Giants idi. Eagles, kadrosunda bulunan Fletcher Cox ve Vinny Curry ile yeniden anlaşmak için bu ikiliye toplamda 160 milyon dolar vaat ederken Giants, umduğunu serbest oyuncu piyasasında buldu ve defansif end Olivier Vernon ve nose tackle Damon Harrison’a 130 milyon dolar bağladı.
Yeni sezonun ilk üç haftasıyla birlikte şu görüldü ki iki takım da bu devasa yatırımlarının karşılığını alıyor. Özellikle Eagles D-Line’ı bu sezon harika işler çıkarıyor. Geçtiğimiz hafta Pittsburgh Steelers gibi her ünitesiyle komple bir hücum takımına touchdown fırsatı vermeyen bu D-Line’da Cox ve Brandon Graham, fazlasıyla öne çıkıyor. Öte yandan Eagles savunmasının, yeni defansif koordinatör Jim Schwartz ile kat ettiği yol da takdire şayan. Bununla birlikte, Giants D-Line’ının da Eagles’ınkinden pek aşağı kalır yanı yok. Harrison, kariyeri boyunca yaptığı gibi koşu oyunlarında iki gap’e birden hakim olabileceğini Giants formasıyla da gösterirken defansif end’ler Jason Pierre-Paul ve Olivier Vernon müthiş atletizmleri ile rakip quarterback’lere korku salıyor. Bakmayın, bu hafta Redskins karşısında mağlup oldular ama bu mağlubiyetin altında yatan sebep D-Line’ın performansı değildi şüphesiz.
3) Trevor Siemian, Sonunda Rüştünü İspat Etti
Ataerkil damarı fazlasıyla kabarık olan bir gelenek vardır. Erkek çocuklarından, özellikle küçük yaşlarda cinsel organlarını dedelere, amcalara, eniştelere vb. erkeklere göstermesi istenir ve çocuk bu söyleneni yerine getirdiğinde adeta erkekliğini ispat etmiş gibi olur (Keşke olmasa ama oluyor maalesef; o yüzden yapmayın, yaptırmayın). İşte Siemian için bu hafta oynadıkları Bengals karşılaşması, tam da buna benzer bir şeydi. Draft’ın yedinci turundan seçilmiş, ilk sezonunda pas atmamış, sonra bir şekilde ilk 11’e yükselmiş ve normal sezonun iki haftası boyunca da savunmanın ekmeğini yiyerek maç kazanmış bir quarterback ancak dört touchdown pası atarak neden buraları oynamayı hak ettiğini gösterebilirdi.
Şampiyonluk yaşadığı sezonda iki quarterback’inden de dört touchdown’luk bir performans göremeyen Denver Broncos’un isteyeceği şey de buydu çünkü her ne kadar 2015 sezonunu istatistiksel anlamda 18 yıllık kariyerinin en kötü sezonu olarak geçirmiş olsa da, Peyton Manning’in takımdan ayrılması yönetimi fazlasıyla düşündürüyordu ve oyununu değerlendirmek için elde tek bir veri dahi bulunmayan genç bir quarterback’in takımı nereye taşıyacağı da büyük bir soru işaretiydi. Ancak Siemian, güçlü Bengals savunmasına karşı sergilediği performansla Manning’in yerini doldurabileceğini gösterdi. Bununla da kalmadı, bilhassa ondan daha iyi olabileceğini de kanıtlamış oldu.
4) Şafakta bir Minnesoat Vikings – New England Patriots Super Bowl’u mu gözüküyor?
Şimdiden söylemesi zor ama neden olmasın. Başı cezalardan ve sakatlıklardan fazlasıyla ağrıyan sezonun bu iki dezavantajlı takımının bileğini büken henüz çıkmadı. Vikings, bu sezon şu ana kadar hep savunmasıyla var oldu ve büyük ihtimalle daha uzun süre de var olmaya devam edecek. Carolina Panthers gibi ligin en iyi ofansif line’larından birisine karşı elde ettikleri sekiz sack ve üç interception istatistikleri, uzun yıllar boyunca yalnızca birkaç kez görülecek cinsten nadir ve değerli. Durum böyleyken, hücum takımının görevi de süreyi eritme ve top kaybı yapmamaya kadar indirgenebiliyor. Nitekim, Titans maçında hücumun touchdown bulamamış olması bile farkın Vikings lehine açılmasına engel olmadı. Sonuç olarak Adrian Peterson’ın 11. haftadaki muhtemel dönüşüne kadar takım, en azından kendi division’ında Packers’ın önünde yer almayı başarırsa bu, post-season’ı görmek için yeter de artar. Üstüne bir de konferansı ilk iki sırada bitirip divisional round’da konferansın iki güçlü takımı Arizona Cardinals ve Carolina Panthers’ın birbirini kırmasını sağlarsa Super Bowl, Vikings için ulaşılmaz bir hedef olmaktan çıkar.
10 gün sonra Tom Brady’e kavuşacak New England Patriots ise şu an sadece AFC’nin değil bütün NFL’in en iyi takımı. Savunma, belki Vikings gibi yıllardır bir arada oynayan ve her sezon biraz daha mükemmeleşen bir ekibin bir adım gerisinde ancak hücum ve savunma beraber düşünüldüğünde Patriots’ın yanına yaklaşabilecek bir takım bulunmuyor. Brady’nin dönüşü de elbette ki takıma bir şeyler katacaktır. En başta Bill Belichick’in sistemine en alışık ve onu kusursuz oynayan oyun kurucu Brady. Bu sebeplerden ötürü, Patriots’ın dokuz yıl sonra sezonu yeniden (16-0) ile bitirmesi içten bile değil. Takımın da bu sezon için en büyük amacı bu olsa gerek. Sonuçta her sezon konferans finaline güle oynaya çıkıyorlar ki bu sezon da aksini gösteren bir tablo yok.Kısacası, her ne kadar şu an konuşmak için çok erken olsa da Vikings – Patriots, Super Bowl’u hiç de imkansız gözükmüyor.