Amerikan futbolu özlemini iliklerimize kadar hissettiğimiz, artan transferler vesilesiyle gelecek sezonun heyecanla izini sürdüğümüz günlerden hepinize selamlar NFLTR.com okurları! Bugün sizlerle birlikte henüz taze, 2021 yapımı biyografik bir Amerikan futbolu filmi inceleyip, bu sporu yakından takip eden insanlar olarak filme farklı bir perspektif katmaya çalışacağız. Fazla bekletmeden Amerikan futbolu filmleri açısından özel bir yerde olduğunu düşündüğüm filmin detaylarına geçmeden önce, Kurt Warner’ın kariyerine kısa bir göz atalım.

22 Haziran 1971 tarihinde dünyaya gelen Kurt Warner’ın futbol ile tanışması pek de uzun sürmedi. Küçüklüğünden beri NFL’de oynama hayaliyle yanıp tutuşan Warner, University of Northern Iowa’da, mezun olacağı tarihe kadar takımın birinci oyun kurucusu olmak için fırsat kovaladı. Üniversiteden mezun olur olmaz, 1994 NFL Draftı’nın yolunu tutan Warner, kendisini hiçbir takımın seçmemesi üzerine, Green Bay Packers’ın antreman kampına davet aldı fakat çok geçmeden takımdan kesildi. Hiçbir NFL takımında kendisine yer bulamaması üzerine bir dönem markette çalışmaya başlayan Warner, çok geçmeden Arena Football League adı altında alternatif bir ligden teklif aldı ve ligde oynadığı iki sezon boyunca gösterdiği müthiş performans ile ligin altını üstünü getirir. Arena Football League’de gösterdiği performans, kendisine St Louis Rams’in kapısını açmakla birlikte ertesi sezon boyunca St Louis Rams’in Avrupa takımı olan, NFL Europe liginde Amsterdam Admirals takımında boy gösterdi. NFL Europe’da geçirdiği sezonun ardından NFL kariyeri başlayan Warner, takımın as oyun kurucusunun sakatlanması üzerine ilk 11’de sahaya çıkmaya başladı ve 1999 yılından 2009 yılına kadar, St Louis Rams’den Arizona Cardinals’a kadar uzanan NFL kariyerine devam etti. Bu süreçte Kurt Warner; hem St. Louis Rams ile hem de Arizona Cardinals ile toplamda üç Super Bowl’a katılım gösterme şansı yakalayarak, bir Super Bowl galibiyeti, iki lig MVP’liği, Hall of Fame ve birçok yard rekorunu kariyerine sığdırdı. Bütün bu başarılar sebebiyle de Kurt Warner, bugün NFL çevresince draft edilememiş en iyi NFL oyuncusu olarak kabul edilir.

Dejavu

Filme gelecek olursak; ilk Amerikan futbolu filmi yapımlarını Woodlawn ile gerçekleştiren Andrew ve John Erwin kardeşler, St. Louis Rams ve Arizona Cardinals’ın efsane oyun kurucusu Kurt Warner’ın hikayesinde bizlere yönetmen koltuğunda eşlik ediyor. Başrolde ise Chuck ve Shazam gibi yapımlardan aşina olduğumuz Zachary Levi, Kurt Warner’ı oynuyor. Evet, Kurt Warner’ın eşi Brenda Warner rolünde ise Oscar ödüllü Anna Paquin’i izliyoruz.

Zirvenin basamakları Kurt Warner için fazlaca yüksek fakat herkes kadar kendisi için de anlamlı. Filmin başlangıcı için zirvenin tepe noktasını değil, başını seçmiş Erwin kardeşler. Henüz o günlerde çocukluk yıllarının ortasında, Amerikan futbolu aşkıyla yanıp tutuşmakta olan Kurt, Joe Montana ve Super Bowl XIX’de yaptıklarından etkilenerek hayat yolculuğunu kafasında çizer. Kararlılık, azim, hedefe bağlılık gibi etmenlerin temelinin atıldığı bu kıvılcımı ileride Super Bowl’da bizzat rekorunu egale edeceği Joe Montana’ya borçlu olacak olmalıydık ki, Warner’ın dillere destan hayat hikayesi sadece böyle küçük bir dönüm noktasıyla da sınırlı kalmadı. Filmde çok geçmeden geçmişten-günümüze bir zaman geçişi yaşayarak, yakın dönem Kurt Warner’ıyla tanışıyoruz. Üniversite’de sıkça kendi pozisyonunun rotasyonunda gelgitli bir grafik çizen, maç video kasetlerini toplayarak hayalini gerçeğe dönüştürmeye çalışan, hafta sonları da yakın arkadaşıyla bara eğlenmeye giden bir karakter karşımıza çıkıyor.

Sonrasında film, bizlere Warner’ın hayatının diğer önemli dönüm noktalarını prodüksiyon bakımından zayıf fakat duygu bakımından da yüklü bir biçimde sunuyor; daha sonraki yıllarda eşi olan Brenda ile tanışması, 1994 NFL Draftı’nda hiçbir takım tarafından seçilememesi, Packers tarafından antreman kampına davet alsa da, takımdan kesilmesi, bunu takiben de maddi gelir elde etmesi gerektiğinin farkına varmasından sebep bir süpermarkette çalışmaya başlaması…

Prodüksiyonun zayıflığına gelecek olursak, geçmiş yıllarda yapılan ve çoğumuzun belki de bu spora başlama sebepleri olan diğer Amerikan futbolu filmlerine göre mekan-zaman işleyişi bu filmde keza biraz zafiyet teşkil ediyor. Erwin kardeşler özelinde de eğer Woodlawn üzerinden kıyaslama yapmam gerekirse American Underdog; mekan, atmosfer, prodüksiyon bakımından eksik kalan bir proje. Fakat oyuncu seçimlerine şükretmeliler ki, kadronun performansı geri kalan bütün eksik detayları bizler için yok etmeye yetti desem, haksız bir yorum olmaz.

Daha sonrasında belki de bu dönüm noktalarının en önemlisi, Warner’ın maddi olarak futboldan tamamen kazanç elde edebilmesiyle başlıyor. Arena Futbol Ligi’ne karşı öncesinde önyargıları bulunan Kurt, NFL’den hiç ses seda çıkmayınca ligin yolunu tutuyor ve maddi olarak tamamen bağımsızlığını ilan edip, bir nebze hayatını güvence altına alıyor. Burada film, arena footbal atmosferini ve Warner’ın bu dönemde yaşadığı içsel duyguları oyuncuların da inanılmaz performansıyla ustalıkla yansıtılmış.

Sonrası zaten malum; Arena Futbol Ligi’ni istatistiksel olarak birbirine katması, o dönemki adıyla St. Louis Rams antreman kampına davet hakkı kazanması ve takımın ikinci oyun kuruculuğunu kadar yükselerek, takımın as oyun kurucusunun sakatlığı sebebiyle kendini bir anda zirvede bulması…

The Greatest Show On Turf Dönemine Giriş ve Kapanış

 Kapanışa da yaklaşırken film, Warner’ın ilk maçı olan ve üç TD pasıyla göz doldurduğu Ray Lewis’li Baltimore Ravens karşısından, Super Bowl XXXIV’a kadar yol alan kendisinin ilk tam sezon NFL macerasını bizlere sunuyor.

Amerikan sporlarının lakap bulmadaki başarısının bir diğer kanıtı niteliği taşıyan, 1999/2000/2001 sezonları arasındaki Rams hücumuna ithaf edilen “The Greatest Show On Turf’’ döneminin detaylarına değinilmeden film sona erse de, Warner’ın acı dolu günlerinden sonra parıltılı günlerinin de izleyiciyi tatmin ettiğini söyleyebilirim. Özellikle aile hayatı, ailesini hayalinin yanında sürüklerken çektiği acılar ve karşısında aldığı tepkileri başarıya ulaştırmasının finalinin yansıtılması mükemmel olmakla birlikte izleyiciye aktarılmak istenen mesajın oyuncular tarafından eksiksiz oynanması film hakkındaki pozitif etkenlerin en değerlisi belki.

Filmin kapanışında da adeta bu seneki Super Bowl sonrası Cooper Kupp’ın da kendi eşine yaptığı gibi, Brenda’ya doğru yol alıyor Warner. Sanki geçmişte yaşadığı, çektiği acıları çıkartırcasına Brenda’ya sarılıyor…

Oyuncuların hayatlarını merkezine alan biyografik yapımlar, Amerikan futbolu filmleri arasında fazla tercih edilen bir senaryo türü değil. American Underdog filminin de bu detayın aksi yönünde olması, filmi benim için özel kılan en yegane detay kanımca. Bireysel olarak bana sproun içerisinde bulunan fedakarlığı çokça fark ettirmesinden bağımsız; Kurt Warner’ın hayatındaki dram, oyuncular tarafından mükemmel şekilde sinemaya taşınmış. Filmin kimlere hitap ettiği sorunsalına gelirsek ise film, yediden yetmişe bütün NFL severlere hitap ediyor bana kalırsa. Şimdiden izleyecek ve izlemeyi planlayan herkese iyi seyirler dilerim.

Okuduğunuz, incelememe eşlik ettiğiniz, Kurt Warner’a benimle birlikte mercek tuttuğunuz için teşekkürler. Bir sonraki yazılarımda tekrardan buluşmak dileğiyle…