Bir özlü söz vardır, hani derler ya ‘vur dedim öldürdün’ diye. Her ne kadar istemesemde son iki haftadır TAFL’nde verilen cezalar aklıma bu sözü getiriyor. Çoğunuzun bildiği gibi ben de bir sporcuyum, ve ilk iki maçında 7 sporcusu atılan Istanbul Tigers’da oynuyorum. Taraflı bir bakış açım olduğunu düşünebilirsiniz ama beni tanıyanlar benim mümkün oldukça tarafsız olmaya çalıştığımı bilirler. Genellikle aklımda olanları açık açık söylerim ve lafımı esirgemem. O yüzden emin olun bu yazıda özellikle takımımın yaşadıklarından bahsetmeyeceğim, bütün lige ve cezalara genel olarak değineceğim. Ama doğal olarak 7 takım arkadaşını (hepsi savunma) ‘kaybeden’ bir savunma oyuncusu olarak belirli noktalara dikkat çekmek için bizzat tanık olduğum bazı olaylara değineceğim.
TAFL’de 2-3 hafta geride kaldı. Farklı maç tarihleri dolayısıyla 1 maç oynayan takımların da 3 maç oynayan takımlarında olması dolayısıyla kesin bir hafta sayısı mümkün değil zaten. Federasyonun sitesine göre 17 maç oynandı, ama bunların 5’i geçtiğimiz haftasonu oynandığı için bu yazı yazılırken cezaları açıklanmamıştı. Oynanıp cezaları kararlaştırılan 12 maçta 18 sporcu atılmış ve sonucunda toplam 31 maç ceza verilmiş. Bu da yaklaşık sporcu başına 2 maç ceza anlamına geliyor. Belki NFL veya NCAA gibi daha uzun bir sezonumuz olsaydı çok büyütmeye gerek olmazdı ama TAFL’nin her konferansında 6 maç oynandığından 2-3 maçlık bir ceza sezonun yarısını o oyuncudan söküp alıyor. Belki ilerisinde de o sporcuyu bu spordan soğutuyor, zaten zor bulunan ve daha da zor yetiştirilen bir sporcu daha kaybediliyor.
Burada şeytanın avukatlığını yapmaya çalışmıyorum. Verilen her cezanın da yanlış olduğunu savunmuyorum. Doğru bulduğum cezalar da var elbet, gerek kendi takımımdan gerek ise diğer takımlardan. Ama belirli noktalarda hakemleri ve Federasyonun da herşeye rağmen bu sporu yapan sporculara belirli miktarda müsamaha göstermeleri gerektiğine inanıyorum. Tabii kalkıp rakip sporcuya tekme tokat giren birisi için değil ama maç psikolojisiyle yapılan hareketler, olaydaki etkenler göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli. Demek istediğim şey ‘adam tahrik edildi onun suçu değil’ tarzında bir yaklaşım kesinlikle değil. Bu açıklama en sevmediğim laflardan biridir, ve bence profesyonel sporda yeri yoktur. Ne olursa olsun bir sporcu kulübünü ve takımını düşünerek kendini kontrol etmeyi bilmeli. Benimle birlikte oynayan sporculara hep diyorum: “birisinin sizinle, ailenizle, takımınızla ilgili bir şey söylemesi o şeyin doğru olduğu anlamına gelmiyor.”. Maalesef çoğu sporcu karşı takımın söylediklerini gurur meselesi yaparak ‘lafın altında kalmamak’ için tepki gösterme gereği duyar ve sonucunda da takımına karşı sorumluluğunda başarısız olur.
Benim ‘yapılan hareketler olaydaki etkenler göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli’ derken neyi kastettiğimi bir örnekle anlatacağım. Geçtiğimiz haftasonu oynanan Tigers-Eagles karşılaşmasında Yeditepe hücum takımının bir pas oyununda Tigers FS’si (ben oluyorum) interception yaptı ve yere düştü. NCAA kuralları gereği topa hakim sporcunun ayakları dışında bir yeri yerle temas ettiği için oyun orada bitiyor. Pozisyonun devamında (belki de interception yapmanın etkisiyle) FS ayağa kalkıp koşacakmış gibi bir kaç adım attığı için yakındaki Tigers CB’i kendisine en yakın Eagles oyuncusuna blok koydu. Bu unnecessary roughness olarak yorumlanabilir, ki hakemler de bu kararı verdiler. Burada aynı fikirdeyim onlarla. Her ne kadar istemeden (oyunun devam ettiği düşüncesiyle) olduysa da kurallar açısından oyun bittikten sonra yapılmış bir blok olduğu için yerinde bir karar.
Hakemler bu pozisyonda bu oyuncuyu oyundan atmaya karar verdiler, anladığım kadarıyla bizim ligimizde bu o oyuncunun en azından bir maç ceza alacağı anlamına da geliyor. Oyuncular genellikle alenen yapılan (flagrant) hareketler için oyundan atılırlar Amerikan futbolunda, ve doğal olarak bu hakemlerin pozisyonu yorumlamalarına kalmış. Ama yukarıda anlattığım pozisyonda oyundan atılan bir koşucu yere düşürüldükten sonra koşucuya hamle yapmayacağı belli bir savunma oyuncusuna blok koyan bir hücum oyuncusu değil. Bu pozisyonda savunma oyuncusunun oyunun devam ettiğini düşünmesi çok doğal çünkü WR ile topa çıktıktan sonra döndüğünde takım arkadaşı topla koşmaya başlamış ve yakınında rakip oyuncular var. Bu bence hakemlerin kuralları siyah beyaz olarak görmeden etkenleri de göz önünde bulundurmaları açısından güzel bir örnek.
Benzer bir şekilde bazen hakemlerimiz maçları katledecek derecede seçici oluyorlar diye düşünüyorum. Futbolda hakem dakikada 3 düdük çalarsa maçı katletmiş olur, o yüzden disiplini sağlar ve oyunculara gözdağı vererek maçın daha akıcı olmasını sağlar. Gerektiğinde de ufak tefek şeyleri görmezden gelir veya avantaja bırakır. Amerikan futbolunda da bazen müsamaha gerektiren durumlar oluyor. Hücum arka sahasında koşucu indirilirken sahanın öbür ucunda CB/WR blokları biraz çekişmeli geçiyor diye bayrak atmak örnek olarak verilebilir. Orada çok bariz ve art niyetli bir hareket yapılmadıysa zaten bitmek üzere olan oyuna etki etmeyecek bir kaç itiş için bayrak atmaya gerek yok bence.
Ayrıca pas oyununda topu yakalama şansı olmayan bir WR lehine pass interference çalmak anlamsızdır. Gerçi biz kendi oyuncularımıza pass interference’i anlatırken zorlanıyoruz, hiç oynamamış hakemlerin kavraması daha da zor oluyordur. Hakemler unutmamalıdırlar ki havadaki topa iki takımın oyuncusu da sahip olabilir ve kimsenin önceliği yoktur bu konuda. Maalesef yurtdışında olduğu kadar ligimizde de hakemler genellikle pas oyunlarına hücum gözlükleriyle bakıyorlar.
Yine Tigers-Eagles karşılaşmasında yine Yeditepe hücumunun bir pas oyununda kale bölgesinde CB ile birlikte topa atlayan WR topu avuçlarının içinden sektirdi ve sonrasında FS topa müdahele ederek oyunun sayıyla sonuçlanmasını engelledi. Bu pozisyonda savunma arka saha hakemi bayrağını attı ve CB alehine pass interference kararı verdi. Aynı hakem WR o topu yakalasaydı sayı işaret edecekti ama nasıl olduysa topu yakalayamayacak kadar engellenmeyen ve yakalayacak olmasına rağmen elinden düşüren WR lehine karar verebildi. Bu hem deneyimsizlikten, hem de kural bilgilerinin hakemlerin kafasında çok katı olmasından. Yıllardır bu sporu yapan sporcular biliyorlarki gerek savunma gerek ise hücum lehine pass interference olması için bir sürü etken var ve çoğu da taşa kazınmış değil. Çoğu zaman maçlarda, antremanlarda ve televizyonda karşılaştığımız pozisyonlarda o kadar yoruma açık oluyor ki bana soran kişilere “hakeme göre değişir, verebilir de vermeyebilir de” diyorum. Bu ve benzeri kuralları deneyimsizlikten dolayısıyla siyah beyaz olarak görüp bayrak atmak veya atmamak iki takımdan birinin canını çok yakacaktır.
Her pozisyon bunlar kadar basit değil tabii ki ve 7 hakemin 22 kişinin arasında olan herşeyi görmesi ve duyması mümkün değil. Ama bazı pozisyonlarda vurmak isterken öldürmek çok kolay oluyor ve hakemlerimiz bu tuzağa son iki haftada kim bilir kaç kere düştü. Hepimizin bildiği gibi bu sporda insanları kazanmak zor ama kaybetmek çok kolay. Hepimizin takımlarından kimler geldi, kimler geçti. Sporcularımıza ve koçlarımıza nasıl Türkiye’de Amerikan futbolunu yükseltmek yolunda önemli bir görev düşüyorsa Federasyonumuza, MHK’na ve hakemlerimize de aynı derecede sorumluluk düşüyor. Hatta düzeltme yapıyorum, hakemlerimize herkesten çok görev düşüyor. Yöneticilik, kaptanlık ve oyunculuğun yanı sıra (bir maçlığına olmasına rağmen) koçluk bile yapmış biri olarak şunu biliyorum: yöneticisinden koçuna, kaptanından sporcusuna o sahada herkes kazanma hırsı ile yanıp tutuşuyor. Bu da doğal olarak kararlarımızı ve davranışlarımızı etkiliyor ve objektif bakıldığında genellikle sahada bulunan 100+ kişinin arasında sakın olup kafasına hakim olması en kolay ve dolayısıyla en önemli kişiler hakemler oluyor. O yüzden kural kitabında yazılanlarla sahada olanlar arasında bağlantıyı hızlı ve sağlıklı bir şekilde kurmalı hakem arkadaşlarımız. Henüz tam olarak bunu yapmaya başlamadılar ama eminim yakın zamanda biraz daha deneyim kazandıkça bu sorun da kendiliğinden çözülür.