Uzun çalışmalar sonucunda ilk yazımı tamamlamış bulunuyorum. Vatana, millete, camiaya hayırlı olsun dileklerimle diyerek gereksiz giriş kısmını fazla uzatmadan ana bölüme geçiyorum.
Konumuz ülkemizde Amerikan futbolu (ya da resmi haliyle korumalı futbol) hakemliği. Adı duyulduğunda “Aaa Türkiye’de oynanıyor mu o?”, “Beyzbol mu yani?”, “Türk futbolu (!!!!!!!) dururken niye onu oynuyorsunuz ki?” gibi bir çok tepki yaratabilen bu sporun yıllardır oynandığını, önce kendi aramızda organizasyonlar yapıldığını, sonra bir federasyon çatısı altına girdiğimizi bildiğimize göre, Amerikan futbolu hakemliğinin de çok kısa sayılamayacak bir geçmişi olduğunu tahmin edebiliriz.
Federasyon öncesini çok uzun yazmak istemiyorum. Genel olarak o maçta oynayacak takımlardan sakatlık vs. oynamayan 3-5 kişinin, maçı seyretmeye gelen diğer takım oyuncu/koçlarının hakemlik görevini üstlendiği bir başlangıcımız var. Yavaş yavaş ciddileşen, en azından baş hakemlik için daha tecrübeli insanların “görevlendirilmesi”, şehir dışına giden hakemlere dönemin en iyi otobüs firmalarının fiyatları üzerinden ilgili maçta oynayan takımların ödeme yapması gibi gelişimlerin olduğu bir kavram hakemlik.
Şuan hatırlayabildiğim en eski, ciddi hakemlik yapılanma ve bilinçlenme hareketi 2002-2003 sezonundaydı yanılmıyorsam. AFK adı altında yaptığımız toplantılardan birinde hakem eğitimleri ve atamalarının organizasyonu için Ankara’dan Bülent Batmaca, İstanbul’dan soyadını hatırlayamadığım Alper (Özpınar) görevlendirilmiş ve bu ikilinin çalışmalarıyla, kendi aramızda topladığımız paralardan oluşan bütçemizle yurt dışından hakem eğitim materyalleri getirilmişti. Gelen CD’lerdeki görüntüler ve o görüntülere göre verilen kararların bazılarına şaşırmayan var mıydı bilmiyorum aramızda.
Tabi ki uzun yıllar sadece forma ve taytla bu sporu yapmaya çalışmış olan bizlerin “head tackle” yerine “facemask” kuralını benimsememiz çok hızlı olmadı.
İlerleyen yıllarda yine takımlardan toplanan paralarla bir havuz oluşturup şehir dışına gidecek hakemlerin yol masraflarını karşılama ve hatta kendi şehrinde maç yönetecek hakemlere ufak ödemeler yapma gibi imkanlar elde edildi. Ve hatta takımlara disiplin cezası olarak deplasmana ödeneksiz hakem gönderme uygulaması bile yapıldı.
İşin bir de görsel kısmına dokunup federasyon dönemine geçelim, tabi ki başlangıçta herkes kendi kıyafetiyle, genelde kendi takımının montu, t-shirtü vs. bir şeylerle çıkıyordu. Bu da tabi “Zaten Hacettepeli hakemler bize gıcık” ya da “Bilkentli hakemler her şeye faul çalıyor” (X-Y kullanmak istemedim, beni tanıyan ve kendi isimlerini kullandığım için alınmayacak iki takım olduklarını bildiğimden bu iki takımın adını kullandım…) gibi söylemleri kolaylaştırıyordu. Kendi aramızda yaptığımız organizasyondaki gelişme, standardizasyonu sağlama gibi çabalarımız hakemliğe de yansımış olacak ki önce AFK logolu siyah t-shirt’ler yaptırıldı. Böylece takımlar dışında sahada olan 7 kişilik ekibin de bir ortak noktası olduğu belli olmaya başladı. Sonrasında siyah ağırlıklı bir forma, çubuklu forma ve alta koyu renk eşofman giyme zorunluluğu şeklinde ilerledik.
Gelelim bir federasyon çatısı altına girmemize, camia tarafından önce sevinçle, sonra hayretle daha sonra ise bazı noktalarda üzüntüyle karşılanan bir gelişmeydi bu. Resmi bir federasyon çatısı altında olmanın getirdiği ilk büyük sıkıntı ise tabi ki hakemlik oldu.
Artık sakat oyuncular kendi takımlarının, oyuncu ve koçlar başka takımların maçlarını yönetemeyecekti. Hakem bulunduktan sonra güzel nokta hakemlere para verebilmek için kendi aramızda para toplamak durumunda kalmayacak olmamızdı ama hakem bulmak öncelikliydi.
Federasyonun ilk senesinde Ankara’daki birçok takımın kulüpleşme sürecini tamamlamaması ya da çeşitli sebeplerden kulüpleşmiş olsa da federasyon tarafından düzenlenen lige katılmaması sayesinde hem maç sayısı az hem de normalde oyuncu ama federasyondan lisanslanmadığı için hakemlik yapabilen bir kitle ile iyi-kötü geçirildi.
Federasyonun lig öncesi düzenlediği hazırlık maçlarından birinde sahaya amerikan futbolu ile henüz tanışan altı hakemle çıkıp 120×53 yardlık bir alanı komple tarayarak başhakemlik yapmaya çalıştığım ve 25 yard mesafedeki facemask için flag attıktan sonra bölge hakemine “Facemask yapıldı görmedin mi?” diye sorduktan sonra (ki bu sırada elleri cebinde gülümsemekteydi) “Gördüüüüüm ama heyecanlandım bir şey yapamadım.” yanıtını aldığım maçı unuttum sayalım. Yine yeni bir hakemin güzel ve sert bir tackle sonrası “Bu hareket çok sertti bu kadarına izin veremem .” diye ismini bilmese de “personal foul” vermeye çalışması ya da yakın bir arkadaşımın başhakem olduğu maçta flag atan hakemle yaşadığı şu diyalog da acı ama komik hatıralar olarak kalsın diyerek bu konuyu da kapatalım.
Hakem – Hocam facemask
Başhakem – (Yeni bir hakemin bu kadar kararlılıkla kendisine gelip faulü üstelik ismiyle söylemesine sevinerek) Kim yaptı?
H – Bilmiyorum
BH – Kime yaptı?
H – Bilmiyorum
BH – Hangi takım oyuncusu yaptı?
H – Bilmiyorum
BH – Hangi renk formalı oyuncu yaptı?
H – Bilmiyorum
BH – (Derin bir hüzünle) Tamam gidebilirsin
Tabi atılan flag iptal edildi.
Kesinlikle yanlış anlaşılmasın, amerikan futbolu geçmişi olmayan insanlardan hakem olmaz demiyorum. Ama farklı branşlarda da hakemlik yapmam sebebiyle tamamen yabancı olduğunuz bir branşa hele ki Amerikan futbolu gibi sertliği içinde barındıran darbeli bir spora (temas sporu demiyorum, neticede dans etmiyoruz) hakim olabilmek zor bir iş.
Dolayısıyla ilk adımda spordan bir şekilde kopmuş insanları hakemliğe sevk etmek gerekliydi. İyi kötü de başarıldı. Bugün aktif veya olmayan iyi hakemler arasında çekinmeden isimlerini sayabileceğim Hakan Erkut, Serdar Çağlar, Hilmi Çeltikçioğlu ve tabi ki iyinin de iyisi benim :) gibi hakemler camia içinden gelen, oyunculuğun yanı sıra AFK döneminde de hakemlik yapmış insanlardı.
Tabi tecrübeli ve bilgili hakem azlığında bizlere daha çok başhakemlik görevi düşerken kalan mevkiler için yine camia içinden gelen insanları maçlara homojen bir şekilde dağıtıp (Line için bir tecrübeli, arka taraf için bir tecrübeli gibi ee hadi bir tane kalmış fazla onu da senin maça umpire verelim gibi) diğer hakemleri de araya serpiştirerek oyunu ve hakemliği görmeleri ve kendilerini geliştirmeleri hedefleniyordu.
Camia içinden gelen burada isimlerini saymakla bitiremeyeceğim ben de dahil bir çok insan kurulmaya çalışılan sistemi ayakta tutmak için büyük özveriler gösterdi. Cumartesi Eskişehir’de, Pazar Konya’da maç yönetmekten tutun. Cumartesi Ankara’da bir, Pazar İstanbul’da arka arkaya iki maç yönetmeye kadar kabullenmiştik. Bu sırada genel tabirle “dışarıdan gelen” hakemler de sistemin içine entegre olmaya başlamıştı.
Yine biraz görselliğe dokunalım. Federasyonun ilk resmi maçında başhakem olarak görev almıştım. O dönem federasyon içinde olan Soner Yılmaz’ın katkılarıyla hakemler için siyah uzun kollu üst ve beyaz (kendimizi hakemden çok balet gibi hissettirse de) alttan oluşan bir hakem kıyafeti ve siyah ve beyaz şapkalar yapılmıştı. İlk maçtan sonra o pantolonları giymedik tabi.
Sanırım ilk yıl final maçında görev alan hakemler için daha çok hakem formasını andıran forma/pantolon takımları yaptırılmıştı. İkinci yılın başında ilk yılda hakemlik yapan “dışarıdan gelenlerin” bir çoğunun ortadan kaybolması ve üst sayısının da yetersiz kalması ile hızlı çözüm olarak siyah düz t-shirt ve koyu renk eşofman giyilmesi kararlaştırılmıştı. Sonrasında yine federasyonca tasarımı nereden alınmış bilmediğimiz bir forma/pantolon takımı yaptırıldı. Hakemlerin statüsüne göre maç başına 40-50 TL aldığı dönemde hakem kıyafetleri için hakemlerden 70 TL alınması da ayrı bir olaydı. İlk maçına çıkan ve forma bedeli kesintisine maruz kalıp parasını alamayan insanlar ikinci maça çıkamadıklarında hakemlikten zarar etmiş olarak ayrılmışlardı. Bir sonraki yıl yine forması olan hakem sayısının azlamasıyla siyah t-shirt çözümü kullanıldı. Bu yıl içerisinde ilk kez tüm hakemlere çizgili (her ne kadar çizgileri NFL ayarında olsa da) yaptırıldı. Halen maç yöneten hakemler bu formaları kullanıyor. Sadece gerekli sayıda siyah şapka olmadığı için baş hakemler beyaz diğerleri ise kırmızı şapka takmak durumundalar.
Buradan da geçelim hakemlik kurumunun sıkıntılarına. Öncelikli olarak vurgulamak istediğim nokta sık sık federasyon başkanı ve yönetimi değişmesinin yanı sıra sürekli MHK değişmesi. Özellikle MHK’den ayrılan insanların genellikle küstürülerek hakemliği de bırakması. Tepesinde tutarlı, istikrarlı bir yönetim olmayan bir kurumun ne kadar sağlıklı çalışacağını tahmin edebilirsiniz.
Bir diğer büyük sıkıntı hakem ödemeleri. O dönemin hakemleri bilir, Mali Genel Kurulun yapılamadığı sezon maçlara cebimizden para harcayarak (bırakın hakemlik ücretini yol ücreti bile almadan) gitmek durumunda kalmıştık. Sonraki yönetim tarafından o ödemeler yapılsa da iki kişi tarafından yapılan Kıbrıs uçak bileti ödemeleri gibi bazı şeyler arada kaynayıp gitti. Bu gibi ödeme sorunları daha sonra da tekrarlandı ki bu özellikle “dışarıdan gelen” ve hakemliği bizim gibi hadi yürüsün bu iş diye yapmayan bir kesimin de hakemliğe veda etmesine sebep oldu. Bu noktada “Para kazanmak için gelmesinler zaten!” homurtularını duyuyorum ve soruyorum bir gönül bağınız vs. olmayan bir spor için neden her hafta sonu cebinizden para harcayıp güneşte/yağmurda/karda ayakta durasınız ki?
Disiplin kurulu ve cezalar bir diğer sıkıntıyı oluşturdu. Aynı sezon içinde oynanan üç maçla örnek verelim. Arada yine bir yönetim kurulu ve başkan değişikliği olduktan sonra bu 3 maçla ilgili disiplin kuruluna sevk işlemleri bir şekilde tamamlandı. Ancak ilk maçtan sonra hakem odasını açık tabirle basıp masa yumruklayan ve hakemlere sözlü saldırıda bulunan oyuncu ve ikinci maçta maç devam ederken ve maç sonrası hakemlere sözlü saldırıda bulunan antrenör ve oyuncuların cezaları disiplin yönetmeliği gereği bir yıl içinde kararlaştırılamadığı için zaman aşımına uğrarken, üçüncü maç sonrası hakemlere sözlü ve fiziksel saldırıda bulunan oyuncular ise hareketleri bir yıldan kısa süre önce yapıldığı için cezalandırılabildi. Bunun yanında bir sezonun son haftasında maç sonrası hakemlere sözlü saldırıda bulunan ve hatta küfür eden oyuncular maalesef yine bir yönetim ve başkan değişikliği olduktan sonra yeni federasyon başkanı tarafından direk affedildiği için “Bu adamlar rahatça oynayacaksa ben neden uğraşayım ki!” diyerek görevi bırakan hakemler oldu.
Sorunlar saymakla bitmez ancak iğneyi bolca federasyon yönetiminde yer alan spordan bağımsız insanlara batırdıktan sonra kendimizi de bir çuvaldızla denemek lazım dersek camia içinden gelen bazı yönetim kurulu üyelerinin hakemler üzerinde kendi kökenlerinin bulunduğu takım lehine etkileme çabaları ve kendi takımları aleyhinde karar veren hakemleri yetkilerini kullanarak idari olarak sıkıştırma ve baskı kurma çabaları hiç de affedilir bir durum değil sanırım.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bazı takım idarecilerinin ve antrenörlerinin hakemleri düşmanmış gibi görmeleri, bu durumun takım içindeki özellikle yeni oyuncuları da etkilemesi, kendi takımları aleyhine verilen her kararın hatalı, faul olmadığı için verilmeyen ama kendi işlerine gelen her pozisyonun aslında faul olduğu konusunda ısrarcı olmaları da yine hakemlik kurumuna zarar veren bir faktördür. Bir şey bilmeden hakem eleştirmeye çalışan insanların, bana şunu yaptılar hakem görmedi ya da gördü ama gerekli faulü uygulamadı yerine, biz 5 TD yaptık ama ikisini iptal ettiler dediklerine eminim ki siz de şahit olmuşsunuzdur. Bana bir maç sonrasında itiraz edip, kendisine o kuralın bildiği gibi olmadığını anlattığımda “Sen nereden bileceksin ki, kural kitabını hayatında okudun mu?” diyen, sonradan henüz iki aylık oyuncu olduğunu öğrendiğim kardeşime buradan sevgilerimi sunarak uzun yazımın sonunu getiriyorum.
Herkese sevgiler, saygılar…