Dört gün önce NCAA komitesinin yaptığı açıklamayla Heissman ödülü sahibini buldu. Elbette pek de çekişmeli bir süreç olduğunu söylememiz zor; geçen seneyle karşılaştırıldığında sönük kalan bir receiver sınıfı, içgüveysinden hallice ve Melvin Gordon önderliğinde ilerleyen bir running back sınıfı ve ışıl ışıl bazı cevherleri içinde barındıran bir QB sınıfı söz konusuydu…

Ödül ise rahat diye nitelendirebileceğimiz şekilde, otoritelerin yeni gözdesi, NFL GM’lerinin Amerikan rüyası, Jameis Winston’un en büyük hısmı Oregon’lu Marcus Mariota’ya gitti. Geçen haftalarda gündemde bu konuya hafifçe ekmek banmış olan ben, Heisman’in de kendisine gitmesiyle beraber yerimde duramayarak Mariota’nın neden Mariota olduğunu anlatmak için oldukça hevesli olacaktım. Bu yüzden bu yazının geleceğini o günden fark etmeliydiniz.
Marcus Mariota geçen sezon da bir Heisman adayıydı, ancak o sıralar ligdeki Jameis Winston borusu henüz susmamış ve efsanevi bir receiver sınıfı klasmanlarını kanıtlamaya girişmişti. Geçen sezon Mariota 13 maçta 3,665 yarda pas, %63 isabet oranı ve 715 yarda koşu ile sezonu tamamlamıştı…

Oldukça etkileyici istatistikler olsa da, otoriteler ve kelle avcıları o sıralar pocket dışına çıkma sevdası bulunmayan, inanılmaz bir pas mesafesi sergileyen, riskleri bu kadar doğru yerde alan bir QB bulmanın şaşkınlığı içindeydiler. Winston gerçekten mükemmel görünüyordu, fakat her güzel şeyin de bir sonu olduğu gibi, Jameis “mükemmel eş” Winston’un da oldukça fazla kusuru ortaya çıkacaktı. Tüm bunlara rağmen Winston, o sene Heissman’i Florida’ya götürmeyi başardı.

Mariota, üniversite kariyerinin başında kendisine Brett Hundley, Bryce Petty, Jameis Winston gibi prospectlerin gerisinde bir yer bulsa da 2 sezon içerisinde kalifikasyonlarının ne kadar elit olduğunu kanıtladı. Fakat onun 2014 sezonu, gerçekten kendi yeteneklerinin dahi kabına sığmadığı bir sezon olarak tarihin sayfalarında yer alacak. 13 maçta 3773 yarda pas, %68 isabet oranı ve 669 yarda koşu ve 186.1 ile Pac-12 ve Big East tarihinin en yüksek QB Rating’ini yakalayarak oyun üzerindeki dominasyonunu bir sonraki seviyeye çıkardı. Elinde ESPN100 listesine kıyısından köşesinden girmeye dahi yakın olmayan bir receiver yığını ve vasat altı bir running back ile takımını playoffa taşıyan Mariota, uzun zamandır tartışılan bir konunun tekrar etraflıca gündeme gelmesini sağladı; Mobilitesi üzerinden oynayan bir QB NFL seviyesinde neler yapabilir?
Bu noktada Mariota’yı RGIII veya Johnny Manziel ile karşılaştırmak hiç de doğru olmayacaktır. RGIII atletizmi ve kuvvetiyle santral kabiliyetler sergileyebilen bir QB iken, Manziel pocket dışına çıkıp rakibin dengesizliklerini yakalamaya çabalayan bir koşu oyunu ortaya koyuyordu. İçinde bulunduğumuz günlerde Manziel’in lige hiç de uygun olmadığını gördüğümüz üzere, pek de efektif bir mobil oyun biçimi olmayan out-n-drive ve RGIII’nin Read Option WK oyunları Mariota’yı açıklamak için doğru perspektifler değil. Ligin iyice pas oyununa doğru evrildiği bugünlerde franchise QB sıfatını taşıması gerekenlerin iyi birer santral pasör yeteneğe ve istasyon kabiliyetlerine sahip olması bekleniyor. Mariota ise bunun çok farklı bir örneğini bize sunuyor; mobil istasyon kabiliyeti.

Ne zaman pocket’ın dışına çıksa ve kendine bir route çizse, aslında takıma da yeni bir route çizmiş olmuyor. Receiver’ların bıraktığı blank flank’leri doğru şekilde doldurmayı çok iyi başarıyor ve böylece koşusuna başladığı an elindeki iki opsiyon gördüğü ilk kişiye pası fırlatmak veya koştuğu yönde mümkün olduğunca ileri gitmek olmuyor, planlanan oyun bozunmuyor. Elbette ki böyle bir sistemde ayakları hızlı bir RT-LT kombinasyonu bulunması zorunlu hale geliyor fakat böylesine opsiyonları bakımından tahmin edilmesi zor olan bir sistemin meyveleri yolunda bu oldukça ödenebilir bir bedel.

Uzun pas oyunları bakımından kendisini geliştirmesi gerektiği aşikar, fakat orta mesafe paslarında mükemmele yakın bir yüzdeyle oynuyor. “Andrew Luck”vari istasyon yeteneklerine sahip, ancak santral kabiliyetleri ve pocket stabilitesi bakımından Luck’a benzetmek biraz zaman alacak gibi. Mevcut kapasitesi ile Russell Wilson’un bir diğer versiyonu olan, doğru bir gelişim süreci geçirirse Luck kalibresine de erişebilecek bir yetenek Mariota. Sınıfındaki diğer QB’lere oranla çok farklı ve istikrarlı bir gelişim sergiledi, sınıfına nazaran çok farklı bir oyun olgunluğuna sahip ve pek de fraternity müptelası bir arkadaşımız değil. Bu açılardan değerlendirildiğinde zaten kendini çok öne atmayı başarıyor.
Geleceği hakkında konuşmaların şimdiden başladığı bugünlerde, Manziel-Kaep-RGIII-Cam gibi bu segment’teki QB’lerin ligde zor zamanlar geçiriyor olması elbette Mariota’ya bakış açısını değiştiriyor. Fakat sırf istatistiksel olarak yaklaştığımız zaman dahi Mariota’nın koşu oyununu bu isimlere göre çok daha az kullandığını görüyoruz. Yalnızca çok daha kritik anlardan bu opsiyonunu kullanması münasebetiyle bu durum biraz daha öne çıkarılmış durumda. Fakat ne dersek diyelim, mevcut durum Mariota’nın draft hissesini düşüreceğe benziyor.

İlk beş seçimin gitmesinin muhtemel olduğu takımlara baktığımızda Raiders, Jaguars, Redskins, Jets ve Bucs isimleri öne çıkıyor. QB açığı bakımından değerlendirecek olursak Oakland Raiders önümüzdeki dönemde Derek Carr ile devam edecek gibi gözüküyor, Jacksonville Jaguars da Blake Bortles’a bir şans tanıyacak gibi gözüküyor. Bu durumda RGIII’nin geleceğinin sallantıda olduğu Washington Redskins eğer kendisini takaslarsa gözünü ona dikebilir. Öte yandan Jets ve Bucs ekseriyetiyle QB ihtiyacı duyan takımlar ve Mariota’nın da başlıca talipleri onlar. Bu listeye Titans da eklenebilir. -Zach Mettenberger affetsin…- Hangi takıma giderse gitsin Mariota’nın bu lige yapacağı katkının küçük olmayacağı aşikar.

En son bu kelimeleri Robert Griffin III için kullanmıştım. Umarım sonunuz aynı olmaz kutsal çocuğum. Çapraz bağların sağlam, kılıcın keskin olsun yiğidim!