Türkiye’deki eski adıyla Amerikan Futbolu yeni adıyla Korumalı Futbol’a ilgi her geçen gün giderek artıyor. Zamanında dönemin popüler özel kanalı HBB’de banttan yayınlanan maçları seyrederek sevdalanmıştık bu spora. Dev gibi (en azından öyle gözüken) adamların birbirlerine kafa göz yararcasına, acımasızca girmesi önce ilgimizi çekmişti. Günler geçtikçe aslında işin öyle olmadığını, o bol çizgili yeşil sahalarda yapılanın bir kavga değil, tam aksine bir satranç oyunun tezahürü olduğunu idrak ettik. Yapılan her koşunun, her bele sarılmanın, her adam indirişin çok yüce bir sebebi vardı. Bunu anladığımız gün daha bir içimize işledi o ilk başta şekilsiz gözüken topla oynanan oyun. O şekilsiz top aslında büyük generallerin komutasındaki gladyatörlerin elinde bir silaha dönüşen, eşsiz bir varlıktı.
Tam da içimize işlemişken bir anda kapanıverdi HBB, ayrı düştük, ama hiç unutmadık sevgiliyi. Ne zaman ki internet yaygınlaştı, işte o zaman depreşti içimizdeki volkan. Seneler boyu uzaktan seyrettik, artık boynumuza kadar içindeyiz.
90’ların başından beri, tıpkı “Beyaz Gölge” dizisinin basketbola aşkı doğurması gibi, HBB’nin Türkiye’de Amerikan Futbolu’na yaptığı tartışılamaz. Amatör ruhla çıkılan yolda 2005 TBSF tarafından bir federasyon bünyesinde bir araya gelmek kuşkusuz çok çok büyük bir adım. Ancak geride kalan kısa süre içerisinde birkaç kez federasyon başkanı değişmesi bu sporun gelişimine ve tanıtılmasına büyük sekte vurdu. Daha emekleme aşamasında olan bir spor dalı ve ilgili kurulları için doğal olarak hemen mükemmelleşme beklenemez, ancak üç senedir yaşananlar atılması gereken adımların çok yavaş atıldığını da ortaya koymuştur.
Amerikan Futbolu’nun hem dünyada hem de Türkiye’de temelini büyük oranda Üniversite öğrencileri oluşturmakta. Öyle ki aktif üniversite takımlarının sayısı kulüp takımlarından daha fazla konumda, bu sporla ilgilenip de bunu bilmeyen yoktur. Ancak geçen sene ilk kez ciddi anlamda lig organizasyonu yapılırken sanki Üniversite takımları olsa da olur olmasa da olur gibi bir yaklaşım sergilenmiş, gerek lig organizasyonu yapılırken gerekse gruplar ve fikstürler belirlenirken neredeyse hiçbir üniversiteye danışılmamış ve masa başında matbu evrak düzenlenir gibi sezon planı yapılmıştır. Aynı zamanda Kürek Federasyonu’nda Ulusal Hakem olarak görev yaptığım ve daha önce hem kürete hem de diğer branşlarda birçok ulusal ve uluslararası müsabaka ve organizasyonda çeşitli kademelerde görev aldığım için gönül rahatlığı ile söyleyebiliyorum, bu tavır ziyadesiyle yanlıştır. Bu sporu geliştirmek, daha çok taraftar ve sporcu kazandırmak için yapılması gereken davranışlar bunlar değildir. Bu konuyu başka bir yazıda derinlemesine anlatırız ancak özetle Üniversite takımlarına, bu sporun altyapısı konumunda olan ve Amerikan Futbolu’nun gelişimi için bir numaralı çıkış noktası olması gereken kaynağa, bu şekilde davranılmaktan acilen vazgeçilmelidir. Başka bi yazıda yine derinlemesine irdeleyeceğimiz bir konu olan “ekipman ve finansman sıkıntıları”nın ne derece ciddi boyutlara ulaştığını artık sağır sultan bile duymuş durumda. At gözlüklerini çıkarıp aksine panoramik bir bakış açısı yakalanması gerektiği aşikâr. Ne zaman ki üniversite takımlarını kalkındırmak ve oyuncu yetiştirmek için ciddi kararlar alınır işte o gün “Türkiye’de Amerikan Futbolu var!” diyebiliriz. Daha olmadı, tohumun fidana dönüşmesi için yapacak çok iş var, ancak tohumun hem veriminden hem de kalitesinden benim şüphem yok.
İlk hafta maçlarına genel bakış (Üniversiteler Ligi)
Grupların oluşumuna ve takım yapılarına bakıldığında aşağı yukarı kestirebiliyorsunuz maçlar sonunda gruplardan çıkacak takımları. İlk hafta maçlarını adeta bunu ispatlar nitelikteydi. Bu iki takım çekişir dediğimiz maçlar yakın biterken, rahat kazanır diye düşündüğümüz takımların fazla zorlanmadığını gördük. İlk haftanın en çok göze çarpan skoru ODTÜ’nün geçen seneki kötü performansından sonra kendine geldiğini gösterdiği Başkent Üniversitesi maçı oldu. İzleyenler Ege – Anadolu maçının da heyecan dolu ve çok zevkli geçtiğini söylüyorlar. Hiç şüphe yok ki deplasman galibiyeti Anadolu Üniversitesi için büyük bir moral kaynağı ve avantaj oldu. Bilgi Üniversitesi’nin geçen seneki skor üretme sıkıntısını ilk maç itibariyle aştığı gözelere çarparken, Ankara maçlarındaki kısır skorlar ine defansların son derece başarılı olduğunu ortaya koymakta.
Benim izlediğim Koç Üniversitesi – Sakarya Üniversitesi maçı da yine ilk haftanın zevkli ve mücadele dolu maçlarındandı. Her iki takımın da zorlu engelleri aşarak maça çıktığını anlamak için oyuncuların ve koçların yüzüne bakmak yeterliydi. Hem maç oynayacak olmanın keyfi hem de yüzlerden akan yorgunluk maça hem ekipman hem de takım olarak hazır hale gelebilmek için çok fazla uğraşı verildiğinin ispatıydı.
Maça hızlı başlayan ve daha 5 dakika dolmadan ilk touch downı yapan takım Sakarya oldu. Ekstrayı kullanmadıkları oyundan hemen sonra QB’lerinin sakatlanması oyun planlarını bozdu. Üstüne bir de insanı yerinden sökercesine esen rüzgar eklenince pas oyunlarını yapmak imkansız hale geldi adeta. İlk çeyreğin sonunda rüzgara karşı nasıl oynaması gerektiğini bilen Koç Üniversitesi üstünlüğü ele geçirdi ve arka arkaya 4 touchdown ve bir de ekstra alarak bir anda skoru 26-6’ya getirdi. Devre arasında toparlandığı gözüken Sakarya ikinci devrede çok iyi bir savunma gösterdi ve rakibin bir çok hücumunu kesmeyi başardı. İkinci yarının skoru Sakarya lehine 8-6 olurken, Koç Üniversitesi oyuncularının oynadıkça yorulduğu, Sakaryalıların ise oynadıkça açıldığı gibi bir kanaat oluştuğu kafamızda. Her iki takım da ikinci devre muhtemelen sezonu kapattıracak nitelikte 2 sakat verdi. Koç’un center’ı Emre ve Sakarya’nın line adamı Samet diz sakatlıklarıyla maçı erken bitirmek zorunda kaldılar. Her iki takımda bir kaç ufak sakatlık daha göze çarptı ancak Emre ve Samet dışındakiler gördüğümüz kadar kısa süreliydi.
Koç Üniversitesi sahasının kısa ve küçük oluşu, direklerin olmayışı ve saha zemininde yan çizgilerde direk delikleri olması olumsuz noktalar olarak göze çarparken, Koç Üniversitesi Koçu Deniz Bey başta olmak üzere Sakarya Üniversitesi’ne gösterilen misafirperverlik ve yakın ilgi herkesi mutlu etti. Sakarya Üniversitesi Yönetimi maç öncesi hakemlere ve rakibe baklava ikram ederken oluşan sıcak görüntüler bu sporun dışardan gözüktüğü kadar sert ve soğuk mizaçlı adamlar tarafından yapılmadığının bir ispatıydı.
Maçın geneline ilişkin en büyük olumsuzluk maalesef hakem yönetimiydi. Senelerdir izlediğimiz maçlarda İstanbul hakemlerinden bazılarının yönetimlerinde bir türlü standart yakalayamadığını, saha içinde hakemler arasında bile çoğu zaman kararsızlık ortamını hakim olduğunu görmüştük. Bu da öyle maçlardan biriydi. Her iki takım oyuncularının da hakem heyetine güvenlerinin sarsıldığını hissettik tavırlarından. Ev sahibi takımın hakem avantajını yine de kullandığını gördük. Belki maçın skorunu etkileyecek hatalar yapmadılar ama standart yakalamaktan uzak ve birbirleriyle çelişen kararlara şahit olduk. Tekrar etmemesini diliyoruz. Keza başa baş giden bir maçta yapılabilecek benzer hatalar takımların canını yakabileceği gibi, gereksiz baş ağrılarına da yol açabilir.
İlk yazı için bu kadar söyleyeceklerim. Umarım bundan sonra da hem Üniversiteler Ligi hem de sevdalısı olduğumuz bu sporun Türkiye’deki durumu üzerine birçok yazıda beraber olma fırsatı yakalarız.
Sevgilerimle…