Maryland’da tam havaların ısınmaya, öğrencilerin yaz tatiline hazırlanmaya başladıkları bir bahar gününde John Urschel’in uzun zaman ayakta kâbuslar görmesine yol açacak soru geldi…

14 yaşındaki bir taraftar okullarına gelen Baltimore’un 64 numaralı 137 kilo ağırlığında 1.91 boyundaki oyuncusuna, “Hayatında matematik veya Amerikan futbolu olmasa ne olurdu?” gibi basit bir soru sormuştu. Değişik varyasyonları hepimizin defalarca aklından geçmiş olan bu soru, John Urschel’in aklından hiç geçmemişti. Öğrenciye herhangi bir cevap veremedi. Uzaklara daldı ve öyle kaldı.

Evet, arada oturup Fender Strat gitarını çalıyor veya satranç oynuyordu ancak o gün ne kadar da tek düze olduğunu fark etmişti bununla beraber Twitter hesabı @MathMeetsFball (Matematiğin futbolla buluşması) olan bir adamın hayatında başka neye yer olabilirdi ki acaba?

John Urschel her takımda bir iki piyano çalan, müzik yapan, resimle uğrasan, hayır işlerine en çok zamanın harcandığı NFL için bile sıradışı bir oyuncu.

Her şeyin büyüğünün makbul olduğu bir ülkede antrenmanlara Avrupa standartlarında bile küçük kalan bir arabayla gidip geliyordu, 2,6 milyon dolarlık kontratına rağmen, kendine bir oda arkadaşı bulmuş, senelik 25 bin dolarlık bir bütçeyle yasamaya çalışıyordu.

John Urschel, o sorunun geldiği günden beri kendini üçüncü meşgale olarak yazarlığa adadı, ilk çıkan matematik tezi Grafik laplasiyenlerin Fiedler Vector’u ile hesaplanması için basamaklanmış çoklu hücre algoritmasını (A Cascadic Multigrid Algorithm for computing the Fiedler Vector of Graph Laplacians) anlatması için Rolling Stones, New York Times ve NPR kendisi ile röportaj yapmak istedi. Bunların hepsini yıldızlı pek iyi ile geçtikten sonra ABD’nin uzak ara en popüler sporcularından Derek Jeter’in çıkardığı The Player’s Tribune’e ilk makalesini yazdı. Kolej futbolcuları arasında Stanford gibi akademik dünyanın en önünde olan bir üniversite ile Auburn gibi en altında olan bir üniversitenin oyuncularının seçtikleri bolümler arasındaki bağları araştırdı. Sonucu merak ediyorsanız, iki üniversitede de Amerikan futbolu bursu ile okuyan öğrencilerin tesadüfi olarak hemen hemen aynı bölümleri okuduğunu ortaya koydu. İkinci makalesinde ise kendini açıkladı, niçin böyle saldırgan ve her türlü sakatlanmaya açık -özellikle de beyin sarsıntısı- bir sporu yapmaya devam ettiğinin mantıklı bir açıklamasını yaptı.

Annesi her maçtan sonra arayıp, “Tamam mı bırakmaya hazır mısın? Başına bir şey gelmeden vazgeç artık” demesine rağmen, sahaların, statların kendisinde bağımlılık yaptığını harika bir dille anlattı. “Sahaya çıkıp karşımdaki oyuncuyu fiziksel olarak domine ettiğimde aldığım hazzı başka hiçbir şeyde alamıyorum o yüzden futbol oynamaya devam ediyorum” dedi ve aslında bunu her oyuncu demişti ama hiç kimse John kadar güzel anlatamamıştı Amerikan futbolu gibi bir oyunu oynamasının sebeplerini, yazısı aynen ilkyazı gibi yine elden ele dolaştı.

Baltimore’da ayaklanma çıktığında şehrin bütün önde gelenleri liselere gidip siyahi öğrencileri yatıştırmak için nafile cabalar harcarken, John Urschel’in gittiği okulda binlerce öğrenci, kendisi ünlü bir oyuncu olmamasına rağmen onun matematikle, Amerikan futbolunu ve ikisiyle hayati birleştiren konuşması karşısında mest olup gece yarısına kadar onu dinlemişti. John bu olaydan kendine paye çıkarmak şöyle dursun, “Sosyal birisi değilim, hafta sonları Starbucks’a gidip bir grup öğrenciyle matematik problemleri çözen biriyim, orda burada yaşadıklarımı anlattım, matematiği sevdirmeye çalıştım gençliğe” diyerek işin içinden çıkmıştı.

Annesine göre ise John Urschel’in içinde bir GPS var ve o GPS hiç yanılmadı, “Harçlığını almak için evin günlük alışverişindeki KDV oranını bir dakikada kafasından hesaplayıp öğle yemeği parasını kapan bir çocuktu John” diyor annesi. Ortaokuldan itibaren ödevini yaptın mi gibi sorular sormaktan vazgeçmiş çünkü cevap hep, “Evet yaptım” olmuş.

John Urschel’i çaylak sezonundan beri takip etmiş biri olarak onun Amerikan futbolu sevgisini anlıyorum çünkü bizim gibi Amerikan futbolundan önce futbol izlemiş olanların anlayabildiği bir şey bu. Amerikan futbolu matematiğin çok yoğun kullanıldığı bir spor.

TV’yi açıp futbol maçına denk geldiğinizde gözünüz iki şeye gidiyor. Önce saat sonra skor ardından hemen maça konsantre olabiliyorsunuz. TV’yi açıp Amerikan futboluna denk geldiğinizde ise önce saat, sonra skor, ardından kaçıncı down ve kaç yard geçmeniz gerektiği, sonra kaç molanız kalmış, ve sahanın kaçıncı yardandasınız gibi şeylere bakmanız lazım, yoksa sahadaki oyun hiç bir anlam ifade etmiyor, skora baktığınızda ise bambaşka bir dünyaya dalıp gidiyorsunuz. Örneğin takımınız 21 sayıda ve buraya nasıl gelindi…

3+3+3+3+3+3+3 veya 7+7+7 veya 6+2+2+3+6+2 veya 3+2+2+3+3+3+2+3 veya 6+2+6+2+3+2 ve daha bir sürü kombinasyon.

Oyuncu istatistikleri ayrı bir formulasyon, tipik bir Amerikan futbolu quarterback istatistiği her maçta devre arasında, maç sonunda ve maç içinde yazılır. 19/24, 215, 3TD, 2INT, işin yoksa bunun hesabını yap ve sonra wide receiver, istatistikleri, running back istatistikleri ve tabi defans, arada devamlı ekranın sağında solunda beliren gecmise donuk istatistikler de cabası. Bazı istatistikleri idrak edebilmek için canlı yayını defalarca durdurup geri alıyorum.

Amerikan futbolu izlerken hesap yapmaktan yorulduğum anlar oluyor. Göz yorulması gibi beynimi başka bir şeye odaklayarak dinlendirip kaç kez maça döndüğümü biliyorum. İki maç birden takip etmek ise hemen hemen imkânsız gibi bir şey.

John Urschel’in farkında olmadığı matematiğin Amerikan futbolunun içinde değil tam göbeğinde olması.  Line of scrimmage’a gelip elini yere koyduğu anda stattaki 70 bin kişi gibi o da anında hesap yapmaya başlıyor ve bunu her maç en az 60 kere tekrarlıyor. Matematikçi olmayıp ne olalım hepimizi bu hale getirdi bu spor. Şimdilik Fiedler Vectoru hesaplamaları üzerine tez yazamasak da yazan birisinin Amerikan futbolu oynuyor olması bana hiç garip gelmiyor artık…